“Âkif için verilen söz namustu.”
“Dostluğu, çok pahalı bir mal gibi, mahrumiyetlere katlanılarak elde edilirdi. Sonra da kaybetmemek için bu çok pahalı şeyin üstüne titreyecektiniz. Çetin huylu idi. Onunla dost olmak kolay değildi. Onu anlayabilirseniz, canını da sizin için feda ederdi.
Üstad’ın her şeyi tamamdı: Alâkası da, alâkasızlığı da, düşmanlığı da. Sizi sever, dost ittihâz ederse, artık tamamiyle kalbini size bağlamıştır. Sizin için her fedakârlığı îfâya hazırdır. Eleminiz onun elemi, ferâhınız onun ferâhıdır. Kendi kendinizle dertleşmenizle onunla dertleşmek arasında hiçbir fark yoktur. En büyük sıkıntınızı ona söyler, en büyük alâkayı, ondan görürsünüz. Onun dostluğuna mazhar olanlar onun bu hususta ne yüksek seciyeye sahip olduğunu bilirler.
Alâkasızlığı da böyle idi. Sevmediği, ruhunun ısınmadığı adamlara hiçbir alâka göstermezdi. Onlar tarafından şahsı için dünyalar kadar fayda gelmesi melhûz olsa yine aldırmaz, onlarla görüşmek bile istemezdi. Görüştüklerinden birinin faziletsiz bir yol tuttuğunu, insanlığa, arkadaşlığa muhalif bir harekette bulunduğunu işitince hemen selâmı keser, bir daha onunla konuşmaz, onun bütün sevgisini, hâtırasını kalbinden koparıp atardı. Artık onun nazarında o adam bir taş parçasından başka bir şey değildi.
Bir gün böyle yolunu sapıtan bir arkadaşı Babıâli caddesinde kendisine rast geldi. Selâm verdi. Üstad hiç aldırmadı. Adamcağız fena halde bozuldu:
“– Âkif Bey, dedi. Selâmımı niçin almadın?”
Ağzını büktü:
“– Artık görüşmemizde bir fayda yok!” dedi. Ve yürüdü gitti. Bir daha da o adamın ismini anmadı.”
Onun sohbetine doyamazdınız. Susması bile zevkli idi. Bazen yalnız gözleri konuşurdu. Sevdiği, inandığı şeylere ağzınızı açamazdınız; buna tahammülü yoktu. Başkasının inandıklarına hürmet ederdi. Kendisinin de inandıklarına başkası hürmete mecburdu. Kendi işlerine lakayd idi. Fakat sevdiklerinin her işine alaka gösterirdi. Sevdiklerine çok latife ederdi.” (Eşref Edib)
Arkadaşı Hasan ile Anlaşmaları
Mehmet Âkif, Halkalı Veterinerlik Fakültesi’nde beraber okudukları yakın arkadaşı Hasan’la eşine az rastlanır bir anlaşma yaparlar. İki arkadaşın aralarında geçen anlaşma şöyledir: “İleride ikimiz de evlenip çoluk çocuğa karıştığımızda iyi günlerimiz, kötü günlerimiz olacak. Birbirimizi hep koruyup kollayalım, hatta ikimizden hangimiz erken ölürse, geride kalan, onun çocuklarına da kendi çocuğu gibi sahip çıksın, ilgilensin.”
Aslına bakarsanız bu anlaşma herkesle yapılabilecek bir anlaşma değil. Çünkü şartları çok ağır, yükümlülüğü fazla olan bir anlaşmadır. Birbirine değer veren iki arkadaşın altına gireceği mesuliyet böyle olur cihetinden bir anlaşmaya şahit oluyoruz. Peki, iki arkadaşın aralarında yaptıkları bu anlaşma okul yıllarında gençlik heyecanıyla söylenmiş tatlı bir hatıra olarak mı kalmıştır? Anlatacaklarımızın bu bölümünü de Mehmet Âkif’in yakın arkadaşı Mithat Cemal’den aktaralım:
Balkan Savaşları’nın yaşandığı zor günlerdi. Ülke adına yaşanan zor günlerin yanında Âkif ve ailesi açısından maddi anlamda daha sıkıntılı günler başlamıştı. Çünkü Âkif memuriyetindeki görevinden istifa etmiştir. Mithat Cemal, Âkif’in evini ziyarete gittiği bir gün evde neredeyse yer yerinden oynamaktadır. Ortalıkta toplam sekiz çocuk görür. Âkif’in beş çocuğu vardır, kalan üç çocuk da komşu çocuklarıdır herhalde diye düşünür. Ama Âkif durumu arkadaşına anlatır. Komşunun çocuğu değil ‘onlar da benim çocuklarım’ der. Baytar mektebinden arkadaşı Hasan Efendi ile olan anlaşmalarını anlatır arkadaşına. Yakın bir zamanda arkadaşının öldüğünü duyunca hemen Hasan Bey’in evine gider, eşiyle görüşür, baş sağlığı diledikten sonra artık çocuklarının önce Allah’a sonra kendisine emanet olduğunu, bütün masraflarının kendisi tarafından karşılanacağını söyler ve arkadaşına verdiği sözü -kendisi maddi anlamda kötü durumda olsa bile-yerine getirir. Duyduklarından sonra Mithat Cemal’in ağzı açık kalır.
“Üstad ben dostluk, arkadaşlık öldü sanıyordum; ama sen her defasında olduğu gibi beni şaşırttın” der.
Çünkü Mehmet Âkif her zaman “ahlakın, erdemin, vefanın” en iyi temsilcisi olmuştur. Yıllar önce verdiği sözü yerine getirmek onun için bir onur mücadelesi olmuştur.
Bizler günlük birbirimize verdiğimiz sözleri vaatleri yerine getirebiliyor muyuz acaba? En ufacık zorlukta bir bahaneyle erteliyor muyuz? Yoksa yapacağımız işi bizler de -ne pahasına olsun -dostumuza, arkadaşımıza verdiğimiz sözü yerine getirmek için kendimizi paralıyor muyuz?