Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyen aptaldır.
Bilmeyen ve bilmediğini bilen öğrencidir.
Bilen ve bildiğini bilmeyen uykudadır.
Bilen ve bildiğini bilen akıllıdır. (Asya Atasözü)
Kitap okuma noktasında ‘uyku’ modunda olduğumuzu söylesek herhalde itiraz etmezsiniz. Uyanmak zorundayız. Dünya gündemini biz belirlemek istiyorsak kitabı gündemimize almak zorundayız.
Biliyoruz ki, “Kitabı gündemine alanı kitap gündemde tutar.” Delil olarak geçmişimize bakmak kafidir. Kitabı gündeme aldığımız dönemlerde dünyaya yön verdiğimiz bütün tarih kitaplarında yazmaktadır.
“Bir ülkede akıl ve sanattan çok servete değer verilirse, bilinmelidir ki o ülkede keseler şişmiş, kafalar boşalmıştır.” (Büyük Friedrich)
Az Okumamızın Beşinci Sebebi: Zaman azlığının mazeret olarak ileri sürülmesi
Sevgili Peygamberimiz “Kıyamet günü ademoğlu beş şeyden hesap vermeden Allah’ın huzurundan ayrılamaz:
1-Ömrünü ne yaparak tükettiğinden,
2-Gençliğini ne işle harcadığından,
3-Malını hangi yolla kazandığından,
4-Malını nerelere harcadığından,
5-Öğrendiği ile ne derece amel edip etmediğinden” buyurmuştur.
Çocuklarımızın canına okuyoruz, küfür okuyoruz, beddua okuyoruz, kavgada karşımızdakinin yedi sülalesini ezbere okuyoruz ve bunlar için o kadar çok vaktimiz oluyor ama kitap okumaya vaktimiz olmadığını söylüyoruz. Kimse kimseyi kandırmasın bu mazereti hayatımızda plan ve düzen olmadığı için söylüyoruz.
O kadar çok gereksiz işlerimiz var ki hangi birini sayalım. Televizyonun karşısında vakit geçirdiğimiz zamandan 15 dakika, gereksiz yere yaptığımız telefon konuşma ve mesajlaşmalarından 15 dakika, 8 saatin üzerindeki uykumuzdan 30 dakika toplamı bile 60 dakika ediyor. Diğerlerini söylemiyorum bile. Bu süre bile sizi kitap tiryakisi yapmaya yeterli bir süre.
Çünkü kitap sahne aldığı zaman diğer gereksiz iş ve düşünceler kaçacak yer ararlar. Kitap sahneden inmediği sürece de onların ortalarda gözükmesi mümkün değildir. Kaybolmaları insana hiçbir şey kaybettirmez. Deneyin , göreceksiniz kitap okumak size çok iyi gelecek.
86400 Saniye
Bankada bir hesap sahibi olduğunu düşün, hesabına her sabah 86.400 dolar para yatırılıyor, fakat bu paranın hepsini akşama kadar harcamak zorundasın, ertesi güne transfer edilemez. Paranı kullansan da kullanmasan da hesap her akşam sıfırlanıyor. Ne yaparsın? Tabii ki hepsini harcamaya çalışırsın; Hepimiz, Zaman adlı bu bankanın müşterileriyiz;
Her sabah 86.400 saniyeye sahip oluyoruz; yarına transfer edilemez, Her sabah hesabımız dolar, her akşam boşalır. Geri dönüş yok, saniyelerini şu anı yaşayarak harca, en iyisi bunlarla yatırım yap.
Mutluluk, sağlık ve başarı için. Zaman kaçıyor. Her gün için en iyisini yap.
Bir senenin değerini anlamak için sınıfta kalmış bir öğrenciye sor.
Bir ayın değerini anlamak için, 8 aylık bir bebek doğuran anneye sor.
Bir haftanın değerini anlamak için, haftalık dergi çıkaran bir çilekeşe,
Bir saatin değerini anlamak için, kavuşmayı bekleyen sevgililere sor.
Bir dakikanın değerini anlamak için, trenin kaçıran yolcuya sor.
Bir saniyenin değerini anlamak için, bir kazayı önleyemeyen sürücüye sor.
Bir saniyenin yüzde birinin değerini anlamak için olimpiyatlarda gümüş madalya kazanan koşucuya sor.
Her anını değerlendir, her dakikanı çok özel biriyle paylaş. Zamanına ortak edebileceğin kadar özel biriyle.
Unutma! Zaman hiç kimse için durmaz. Geçmiş zaman tarihtir. Gelecek zaman sırlar, meçhullerle dolu.
Bir insan fakirken zengin olabilir, işçi iken patron olabilir, memur iken amir olabilir. Ancak kaybedilen daha doğrusu değerlendirilmeyen zamanı geri getirmek mümkün değildir. Parayı zaman içinde herkes kazanır. Fakat boş geçen zamanı telafi etmeye hiçbir sermaye yetmez.
“Vakitlerle yakutlar elde edilir; fakat yakutlarla vakitler elde edilemez.” (Hz. Ali)
Huzurlu insan kendine, işine, toplumuna, memleketine, milletine, devletine ve Yaradan’ına karşı sorumluluklarının idraki içinde hayatını dengeli bir halde devam ettiren insandır.
Ömrün yarısı boşa harcanmakla tüketilir. Kalan yarısı da boşa harcandığına hayıflanmakla…
Zaman paraya benzer, lüzumsuz yere harcanmazsa daima yeter.
“İki nimet vardır ki insanların çoğu bu iki nimet hususunda aldanmıştır; bu iki nimet sıhhat ve boş zamandır.” (Hadis-i Şerif)
Kör, sağır ve dilsiz yaşamak istemiyorsanız kitapla yaşayın çünkü kitapsız yaşamak; kör, sağır ve dilsiz yaşamaktır.
Az Okumamızın Altıncı Sebebi: Öğretmenlerde okuma alışkanlığının yeterli düzeyde olmaması
Hepimizin hayatında öğretmenlerin önemli bir yeri vardır. Anne babalarımızdan sonra örnek aldığımız kişilerdir onlar. Dolayısıyla anne babanın sorumluluğu ölçüsünde sorumluluğu vardır öğretmenlerin. Öğretmen modeldir. Çocuklar yerine göre, anne babadan çok öğretmenini model alır. Bu noktada şunu da söylemek gerekir ki, eğitimde sözlerden çok hareket ve davranışlar daha etkilidir. Yani çocuklarımız söz yerine yaptıklarımıza bakarlar. Bir yıl boyunca kitap okumanın önemini anlatmaktansa birkaç defa kitap okurken görülmek daha evladır.
Ezcümle öğretmenlerimiz öğrencilere kitabı sevdirmek ve kitap alışkanlığı kazandırmak istiyorlarsa kitabı sevecekler ve kitap okuyacaklar. Bardağın boş tarafından bakıp öğretmenlerimiz kitap okumuyor yerine okuyan öğretmenlerimizin sayısı her geçen gün artmaktadır diyelim.
Büyük Taşlar
Profesör sınıfa girip karsısında duran dünyanın en seçilmiş öğrencilerine kısa bir süre baktıktan sonra, kürsüye yürüdü, kürsünün altından kocaman bir kavanoz çıkarttı. Arkadan, kürsünün altından bir düzine yumruk büyüklüğünde taş aldı ve taşları büyük bir dikkatle kavanozun içine yerleştirmeye başladı.
Kavanozun daha başka taş almayacağına emin olduktan sonra öğrencilerine döndü ve “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu. Öğrenciler hep bir ağızdan “Doldu” diye cevapladılar. Profesör “Öyle mi?” dedi ve kürsünün altına eğilerek bir kova mıcır çıkarttı. Mıcırı kavanozun ağzından yavaş yavaş döktü. Sonra kavanozu sallayarak mıcırın taşların arasına yerleşmesini sağladı.
Sonra öğrencilerine dönerek bir kez daha “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu. Bir öğrenci “Dolmadı herhâlde” diye cevap verdi. “Doğru” dedi profesör ve yine kürsünün altına eğilerek bir kova kum aldı ve yavaş yavaş tüm kum taneleri taslarla mıcırların arasına nüfuz edene kadar döktü. Yine öğrencilerine döndü ve “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu. Tüm sınıftakiler bir ağızdan “Hayır” diye bağırdılar. “Güzel” dedi profesör ve kürsünün altına eğilerek bir sürahi su aldı ve kavanoz ağzına kadar doluncaya dek suyu boşalttı. Sonra öğrencilerine dönerek “Bu deneyin amacı neydi” diye sordu.
Uyanık bir öğrenci hemen “Zamanımız ne kadar dolu görünürse görünsün, daha ayırabileceğimiz zamanımız mutlaka vardır” diye atladı. “Hayır” dedi profesör, “bu deneyin esas anlatmak istediği eğer büyük taşları baştan yerleştirmezseniz küçükler girdikten sonra büyükleri hiç bir zaman kavanozun içine koyamazsınız” gerçeğidir”. Öğrenciler şaşkınlık içinde birbirlerine bakarken profesör devam etti:
“Nedir hayatınızdaki büyük taşlar? Çocuklarınız, eşiniz, sevdikleriniz, arkadaşlarınız, eğitiminiz, hayâlleriniz, sağlığınız, bir eser yaratmak, başkalarına faydalı olmak, onlara bir şey öğretmek! Büyük taşlarınız belki bunlardan birisi, belki bir kaçı, belki hepsi. Bu aksam uykuya yatmadan önce iyice düşünün ve sizin büyük taşlarınız hangileridir iyi karar verin.
Bilin ki büyük taşlarınızı kavanoza ilk olarak yerleştirmezseniz hiçbir zaman bir daha koyamazsınız, o zaman da ne kendinize, ne de çalıştığınız kuruma, ne de ülkenize faydalı olursunuz. Bu da iyi bir iş adamı, gerçekte de iyi bir adam olamayacağınızı gösterir” Profesör, ders bittiği hâlde konuşmadan oturan öğrencileri sınıfta bırakarak çıktı gitti…
Değerli öğretmenler, öğretmenler ülkemizin geleceği için çocuklarımıza hayatımızdaki büyük taşlardan birinin de “Kitap okuma” olduğunu bilinci ve şuurunu vermek sizlerin öncelikli görevinizdir. Ne olur, bu görevi istekli bir şekilde yerine getiriniz. Çocuklarımızın hayat kavanozlarını küçük taşlarla doldurup büyük taşları dışarıda bırakmalarına göz yummayalım. Bu duruma göz kapatırsak bu ülke gözünü hiçbir zaman açamaz.
Öğretmenler olarak unutmamalıyız ki “İşle öğüt veren sözle öğüt verenden hayırlıdır.”
“Okuttuğundan çok okumayan öğretmen çabuk yıpranır.” (Mustafa Necati)
Az Okumamızın Yedinci Sebebi: Okuyan insanların model olarak sunulmaması
Son yıllarda ülkemizde her alanda olduğu gibi kitap sektöründe de önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Şöyle ki, 2001 yılında bin kişiye 7 kitap düşerken 2014 yılında kişi başına 7.3 kitap düşmektedir. Bu gerçekten küçümsenmeyecek bir rakamdır. Hal böyleyken okuma durumumuz çok iyi diyemiyoruz. Çünkü ülkemizde çok üst düzey seviyede kitap okuyan okuyucu sayısı çok az. Sayıyı artırmak millet olarak hepimizin en asli görevlerinden olmalıdır. Özellikle sanatçılarımızın kitap okuma noktasında toplumumuza model olmaları gerekmektedir. Bunu söylerken sanatçılarımız rol yapsın, kitabı sevdirsin demek eksik olur kanaatindeyim. Sanatçılarımız okumayı yaşantılarının bir parçası yaptıktan sonra toplumun karşısına çıkmalıdır.
“Çocuk , iyi ve kötü işlerden hangisiyle önce karşılaşırsa, onu izler, ötekinden uzaklaşır.” (İbni Haldun)