1933’te Mısır’da basılan Gölgeler Akif’in basılan yedinci kitabıdır. Kitapta 41 şiir vardır. Kitapta yer alan şiirlerin 10 tanesi 1918-1919 yıllarında, 3 tanesi 1921-1922 yıllarında, biri 1924’te, 2 tanesi de 1925’te yayınlandıktan sonra kitaba alınmıştır. Genel olarak bu kitaptaki şiirlerin büyük çoğunluğuna Akif’in son şiirleri gözüyle bakılabilir.
Mehmet Akif Ersoy’un Gölgeler Kitabı Hakkında Bilgiler
Gölgeler kitabında yer alan şiirlerin birçoğunun anlaşılabilmesi Akif’in Mısır hayatının bilinmesine bağlıdır. İlk altı kitabındaki didaktik tarz bu kitabında yerini lirik tarza bırakmıştır. Tarzın değişmesinde Akif’in yaşadığı sosyal, siyasi ve tarihi şartların değişmesi etkili olmuştur. Yani onun vatanından ayrı yaşaması, ekonomik sıkıntı çekmesi ve son yıllarda yakalandığı hastalık şairi karamsar olmaya itmiştir. Onun için özellikle Mısır’da yazdığı şiirlerin tamamı karamsar bir ruh halinin ürünüdür.
Aslında Akif sanatçılığını gösterme alanı olan lirizmi memleketin ve milletin içinde bulunduğu şartlardan dolayı milletin dertlerini anlatma amacı doğrultusunda kullanmıştır. O hiçbir zaman sanat kaygısı güderek şiir yazmamıştır. Hasan Basri Çantay’ın “Üstad siz şiirde vadiyi değiştirmişsiniz.” Demesi üzerine “Benim asıl vadim bu idi. Kendimi cemiyete adadığım için öyle yazdım.” demiştir.
Gölgeler Kitabından Seçmeler
Alınlar Terlemeli
Cihan altüst olurken, seyre baktın, öyle durdun da,
Bugün bir serserî, bir derbedersin kendi yurdunda!
Hayat elbette hakkın, lâkin ettir haykırıp ihkâk(yaşatmak);
Sağırdır kubbeler, bir ses duyar: Da’vâ-yı istihkâk(kazanma mücadelesi)
Bu milyarlarca da’vâdan ki inler dağlar, enginler;
Oturmuş, ağlayan âvâre bir mazlûmu kim dinler?
Emeklerken, sabî(küçük çocuk) tavrıyla, topraklarda sen hâlâ,
Beşer doğrulmuş, etmiş, bir de baktın, cevvi istîlâ(havayı kuşatmak)!
Yanar dağlar uçurmuş, gezdirir beyninde dünyânın;
Cehennemler batırmış, yüzdürür kalbinde deryânın;
Eşer a’mâkı(derinlikler), izler keşfeder edvâr-ı hilkatten(ilk yaratılış devirleri);
Deşer âfâkı, bir şeyler sezer esrâr-ı kudretten(Allah’ın kudret sırları);
Zemin mahkûmu olmuştur, zaman mahkûmu olmakta;
O, heyhât, istiyon hâkim kesilmek bu’d-i mutlakta!Tabîat bin çelik bâzûya sahipken, cılız bir kol,
Ne kâhir saltanat sürmekte, gel bir bak da, hayrân ol!
Hayır, bir kol değil, binlerce, milyonlarca kollardır,
Yek-âheng(uyum içinde olmak) olmuş, işler, çünkü birleşmekte muztardır(zorunlu):
Bugün ferdî mesâînin nedir mahsûlü? Hep hüsran;
Birer beyhûde yaştır damlayan tek tek alınlardan!
Cihan artık değişmiş, infirâdın(ayrılık) var mı imkânı,
Göçüp ma’mûrelerden boylasan hattâ beyâbânı(kır,çöl)?
Yaşanmaz böyle tek tek, devr-i hâzır(bugünkü devir). Devr-i cem’iyyet(topluluk halinde yaşama devri).
Gebermek istemezsen, yoksa izmihlâl (yok olup gitmek)için niyyet,
“Şu vahdet târumâr olsun!” deyip saldırma İslâm’a;
Uzaklaşsan da îmandan, cemâ’atten uzaklaşma.
İşit, bir hükm-i kat’î(kesin hüküm) var ki istînâfa(itiraz etmek) yok meydan:
“Cemâ’atten uzaklaşmak, uzaklaşmaktır Allah(c.c.)’tan.”
Nedir îman kadar yükselterek bir alçak ilhâdı(sapkınlık),
Perîşân eylemek zâten perîşan olmuş âhâdı(kişileri)?
Nasıl yekpâre milletler var etrâfında bir seyret?
Nasıl tehvîd-i âheng(birlik içinde olmak) eyliyorlar, ibret al, ibret!
Gebermek istiyorsan, başka! Lâkin, korkarım, yandın;
Ya sen mahkûm iken, sağlık ölüm hakkın mıdır sandın?
Zimâmın(yular) hangi, ellerdeyse, artık onlarınsın sen;
Behîmî(hayvan gibi) bir tahammül, varlığından hisse istersen!
Ezilmek, inlemek, yatmak, sürünmek var ki, âdettir;
Ölüm dünyâda mahkûmîne(mahkumlar) en son bir sa’âdettir:
Desen bir kere “İnsânım!” kanan kim? Hem niçin kansın?
Hayır, hürriyetin, hakkın masûn(korunmak) oldukça insansın.
Bu hürriyet, bu hak bizden bugün âheng-i sa’y(düzenli çalışma) ister:
Nedir üç dört alın? Bir yurdun alnından boşansın ter.
…
Yeis Yok
“Dalâle düşmüşlerden başka kim Rabbinin rahmetinden ümîdini keser?” (Hicr Suresi, 56. Ayet)
Lâkin, hani bir nefhası(esinti) yok sende ümîdin!
Ölmüş mü dedin? Ah onu öldürmeli miydin?
Hakkın ezeli fecri(aydınlık) boğulmazdı, a zâlim,
Ferdâların(yarın) artık göreceksin ki ne muzlim(karanlık)!
Onsuz yürürüm dersen, emîn ol ki yürünmez.
Yıllarca bakınsan, bir ufak lem’a(parıltı) görünmez.
Beyninde uğuldar durur emvâcı(dalgalar) leyâlin(geceler);
Girdâba vurur alnını, koştukça hayâlin!
Hüsran sarar âfâkını(ufuklar), yırtıp geçemezsin.
Arkanda mı, karşında mı sâhil,seçemezsin.
Ey, yolda kalan, yolcusu yeldâ-yı hayâtın(uzun hayat)!
Göklerde değil, yerde değil, sende necâtın(kurtuluş):
Ölmüş dediğin rûhu alevlendiriver de,
Bir parça açılsın şu muhîtindeki perde.
Bir parça açılsın, diyorum, çünkü bunaldın;
Nevmîd(umudunu kesmek) olarak nûr-i ezelden donakaldın!
Ey, Hakka taparken şaşıran, kalb-i muvâhhid(inanmış kalp)!
Bir sîne emelsiz yaşar ancak o da: Mülhid(inançsız).
Birleşmesi kâbil mi ya tevhîd ile ye’sin
Hâşâ! Bunun imkânı yok elbette bilirsin.
Öyleyse neden boynunu bükmüş, duruyorsun?
Hiç merhametin yok mudur evlâdına olsun?
Doğduk, Yaşamak yok size! derlerdi beşikten;
Dünyâyı mezarlık bilerek indik eşikten!
Telkîn-i hayât(yaşama isteği telkin etmek) etmedi aslâ bize bir ses;
Yurdun ezelî yasçısı baykuş gibi herkes,
Ye’sin bulanık rûhunu zerk(aşılamak) etmeye baktı;
Mel’un(lanetli) aşı bir nesli uyuşturdu, bıraktı!
Devlet batacak! çığlığı beyninde öter de,
Millette bekâ(kalıcılık) hissi ezilmez mi ki? Nerde!
Devlet batacak! İşte bu öldürdü şebâbı(gençlik);
Git yokla da bak var mı kımıldanmaya tâbı(güç,kuvvet)?
Âfâkına yüklense de binlerce mehâlik(tehlikeler),
Batmazdı, hayır batmadı, hem batmayacaktır;
Tek sen uluyan ye’si gebert, azmi uyandır:
Kâfi ona can vermeye bir nefha-i îman(iman esintisi);
Davransın ümidîn; bu ne haybet(yoksunluk), bu ne hirmân(nasipsizlik)?
Mâzîdeki hicranları susturmaya başla;
Evlâdına sağlam bir emel mâyesi aşıla,
Allah(c.c.) a dayan, sa’ye(çalışma) sarıl, hikmete râm(uymak) ol…
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.
Azimden Sonra Tevekkül
…
“Allah’a dayandım!” diye sen çıkma yataktan…
Ma’nâ yı tevekkül(tevekkülün anlamı) bu mudur? Hey gidi nâdan!
Ecdâdını, zannetme, asırlarca uyurdu;
Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?
Üç kıt’ada, yer yer, kanayan izleri şâhid:
Dinlenmedi bir gün o büyük nesl-i mücâhid(çalışkan nesil).
Âlemde “tevekkül” demek olsaydı “atâlet”(tembellik);
Mîrâs-ı diyânetle yaşar mıydı bu millet?
Çoktan kürenin meş’al-i tevhîdi(birlik meşalesi) sönerdi;
Kur’an duramaz, nezd-i İlâhîye(Allah’ın huzuru) dönerdi.
“Dünya koşuyor” söz mü? Berâber koşacaktın;
Heyhât, bütün azmi sen arkanda bıraktın!
Mâdem ki uyandın o medîd(uzun) uykularından,
Bir parçacık olsun, hadi, hiç yoksa, kımıldan.
Ensendekiler “leş” diye çiğner seni sonra;
Ba’sin (diriliş) de kalır ta gelecek nefha-i Sûr’a!
Çiğner ya, tabî’î, ne düşünsün de bıraksın?
Bir parça kımıldan, diyorum, mahvolacaksın!
Dünya koşuyorken yolun üstünde yatılmaz;
Davranmayacak kimse bu meydana atılmaz.
Müstakbeli bul, sen de koşanlarla bir ol da.
Maziyi, fakat, yıkmaya kalkma bu yolda.
Ahlâfa (gelecek nesiller) döner; korkarım, eslâfa (geçmiş nesiller) hücumu:
Mâzîsi yıkık milletin âtîsi olur mu?
Ey yolcu, uyan! Yoksa çıkarsın ki sabâha:
Bir kupkuru çöl var; ne ışık var, ne de vâha!
Bülbül (Gölgeler Kitabı)
-Eşin var, âşiyanın(yuva) var, baharın var, ki beklerdin;
Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin?
0 zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun;
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun.
Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl Gülşen(gül bahçesi),
Gezersin, hânümânın(yuva, ev) şen, için şen, kâinatın şen.
Hazansız bir zemin isterse, şâyed rûh-ı ser-bâzın(özgür ruh),
Ufuklar, bu’d-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın.
Değil bir kayda, sığmazsın – kanatlandın mı – eb’âda(mesafeler);
Hayâtın en muhayyel gayedir ahrâra(özgürlükçüler) dünyâda,
Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın(günler) perîşandır?
Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır(coşup taşmak)?
Hayır, mâtem senin hakkın değil… Mâtem benim hakkım:
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım(ufuklar)!
Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;
Bugün bir hânümansız serseriyim öz diyârımda!
Ne hüsrandır ki: Şark’ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpâ Garb’a çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı(ataların toprağı)!
Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc(karmakarışık) oldu,
Salahaddin-i Eyyubi’lerin, Fatih’lerin yurdu.
Ne zillettir ki: Nâkûs(çan) inlesin beyninde Osman’ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ’nın!
Ne hicrandır ki: En şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb(toprak) olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma’bedinden Yıldırım Hân’ın;
Şenâatlerle(iğrençlik) çiğnensin muazzam Kabri Orhan’ın!
Ne haybettir ki: Vahdet-gâhı(birlik yuvası) dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me’vâsız(sığınak,yuva) kalan dindaş!
Yıkılmış hânümânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm’ın harem-gâhında(kutsal alan) nâ-mahrem…
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!
Firavun İle Yüzyüze
…
Didiklenir, elenir, kül, kemik, bütün kümeler
Nedir bu acz-i beşer(insanoğlunun güçsüzlüğü) karşısında hırs-ı beşer(insanoğlunun hırsı)?
…
Ne intikam-ı İlahi , ne sermedi(ebedi) hüsran:
Gelen, geçenlere ibret, yatar sefil, üryan(çıplak)!
Soyulmadık eti kalmış, bilinmiyor kefeni;
Açıkta, mumyası hala dağılmayan, bedeni.
Bu çehre miydi ki titrerdi karşısında zemin?
Bunun mu handesi afaka tarh(yaymak) ederdi enin?
Şu gördüğüm mü nihayet , bu leş mi akıbetin?
Bunun mu uğruna milyonla ruhu inlettin?
Şeametin(uğursuzluk) ne de etmiş ki cevvi(boşluk, gökyüzü) istila:
Hayatın ayrı felaket, mematın(ölüm) ayrı bela !
Evet, sen eyleyemezdin sütun sütun feveran(fışkırmak),
Boşanmasaydı o ter bi-günah(günahsız) alınlardan.
Zehirli ot gibi fışkırdı heykelin, yer yer,
Sulandı çünkü şu vadi beşer kanıyle, beşer!
Zemine sığmadı bir türlü, korkarım, cesedin;
Yazık ki murdarı toprak bulup da örtemedin!
Değer mi dağları tırnakla, dişle oydurarak,
İçinde bir leş için muhteşem saray kurmak?
Nedir bu kokmuşa dünyada olmadık terkim(saygı)?
Niçin nasibi değil ruhunun, bu naz u naim(nimet,bolluk)?
Meramın ölmeyebilmekse, ölmemek mümkin:
Saçıp savurduğun enfas-ı ömrünün(ömür nefesleri), lakin ,
Dedin de birkaçı olsun Huda yolunda feda ,
Şu mavi kubbeye gömdün mü bir sürekli seda ?
Ölüm saçarken o şimşekli gözler afaka,
Eğildi baktı mı toprakta can veren halka?
…
Hayır, haya denilen renk o çehreden ne uzak!
Yumuldu gitti gözün, kirpiğin yaşarmayarak!
Sığındı mumyaya cifen(leş), yegane şaheserin;
Fakat, sığındı mı gufrana ruh-ı derbederin(başıboş ruh)?
Hayatının deşiversem birinci perdesini!,
Kulaklarım duyacak çıplak etlerin sesini.
O etlerin ki alev püsküren sıcaklarda,
Tüter dururdu, inen kırbacınla kalkar da!
Yorulmak onlar için bir bilinmedik haktı,
O etlerin ki bütün hakkı parçalanmaktı!
Gözümde canlanıyor, şimdi, devr-i muhteşemin;
Nasıl hayaleti kumlardan uğradıysa, demin.
Fakat, nasibini almış ki her tarafta ibad(Allah’ın kulları),
Yetim iniltisi, ancak, kesilmeyen feryad!
Ne hanümanları(ev,ocak) yıktın yıkılmadan şuraya?
Ne aşiyanları, ezmişti, kim bilir, şu kaya?
Dokunsam ağlayacak, söylemez ki kaç kanı var,
Uzandığın çukurun, karşıdan bakan şu duvar.
Ne yüzle söyleyebilsin: Şerik-i hüsranı(yokluğun ortağı)!
Bileydim, ey koca Mısr’ın ilah-ı üryanı!
Mezara, heykele aid bütün bu velveleler(gürültü,yaygara),
Bekan için mi hakikat? Meramın oysa, heder:
Evet, bütün beşerin hakkıdır beka emeli;
Fakat bu hakkı ne taştan, ne leşten istemeli!
Kıssadan Hisse
Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
“Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Resmim İçin
Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,
Günler şu heyulayı da er, geç, silecektir.
Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma,
Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir?
“Ölen insan mıdır, ondan kalacak şey: Eseri;
Bir eşek göçtü mü, ondan da nihayet: Semeri.”
Bir Gece
On dört asır evvel, yine bir böyle geceydi,
Kumdan, ayın on dördü, bir öksüz çıkıverdi!
Lâkin o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler;
Kaç bin senedir, halbuki, bekleşmedelerdi!
Nerden görecekler? Göremezlerdi tabî’î:
Bir kere, zuhûr ettiği çöl en sapa yerdi;
Bir kere de, ma’mure-i dünyâ(dünyanın yerleşim yerleri), o zamanlar,
Buhranlar(bunalım) içindeydi, bugünden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevzâ(kargaşalık, anarşi) bütün âfâkına sarmıştı zemînin
Salgındı, bugün Şark’ı yıkan, tefrika(bölücülük) derdi.
Derken, büyümüş, kırkına gelmişti ki öksüz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
Bir nefhada kurtardı insanlığı o ma’sum,
Bir hamlede kayserleri(Roma imparatorları), kisrâları(Sasani imparatorları) serdi!
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi;
Zulmün ki, zevâl(yok olma) akılına gelmezdi, geberdi!
Âlemlere, rahmetti, evet, Şer’-i mübîni(apaçık şeriat),
Şehbâlini(kanat) adl isteyenin yurduna gerdi.
Dünya neye sâhipse, onun vergisidir hep;
Medyûn(borçlu) ona cem’iyyeti, medyûn ona ferdi.
Medyûndur o ma’sûma bütün bir beşeriyyet…
Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.
Nevruz’a
İhtiyar amcanı dinler misin, oğlum, Nevruz?
Ne büyük söyle, ne çok söyle; yiğit işde gerek.
Lafı bol, karnı geniş soyları taklid etme;
Sözü sağlam, özü sağlam, adam ol, ırkına çek.
Sanatkar
…
Çocukluğumda, evet, bahtiyar idim cidden,
Harim-i ailenin(aile ortamı) farkı yoktu cennetten.
Eşikten atladığım gün değişti, lakin, cev(hava,ortam);
Kuşattı parçalanan Şark’ı bir duman, bir alev.
Durur mu, almış ateş hanümanı bir kere?
Bütün mefahiri(yiğitlikler, övünçler) tarihimin serildi yere;
Harabe kalmadı hatta o şanlı maziden!
Meğer, bu haybetin(yoksunluk) altında kıvranırken ben,
Kopar kopar da gidermiş o lime lime diyar!
Dönünce arkama, baktım: Ne yer durur, ne de yar,
Yabancı ellere geçmiş, birer birer, hepsi;
Kalan şu kubbede, hasir(her şeyi kaybetmiş) bir ümmetin ye’si!
…
Neşideler(şarkı) okudun bil’akis sa’adetime!
Gücenme hayret edersem bu mazhariyetime(elde edilen şey)!
Gücenme, anla nihayet ki: Bir bela-zedeyim(belaya uğramış),
Kader dedikleri unsurla pençeleşmedeyim.
Kolum, kafam, gece gündüz didişmeden bi-tab(yorgun);
Ayaktayım henüz amma, serildi, gitti şebab(gençlik).
Serildi, hem de nasıl bir zamanda, haybete(kayıp,yoksunluk) bak:
Zafer hayalini geçtim, halas(kurtuluş) ümidi uzak!
Helaki boyladı atiye attığım her adım;
Değilse, hangi hezimet çıkar ki, uğramadım?
Yığınla, kül kesilen yurdumun hayaleti mi?
Vatansız ümmetimin derbeder sefaleti mi?
Hazan yeliyle harab öksüz aşiyanım(yuva) mı?
Fezaya savrulan avare hanümanım(ocak) mı?
Yerinde yeller esen ma’bedim mi, türbem mi?
Civan çöl kadar ıssız harim-i Ka’bem mi?
İçin için kanayan dinimin serilmesi mi?
Bu his harabesi üstünde baykuşun sesi mi?
Hülasa, görmediğim cilve hangi faciadır?
Yarınki perdeyi bilmem, o şimdilik bir sır;
Fakat, bugünkünü dinlersen, ihtisar(kısaca anlatmak) edeyim:
Sularla engine düşmüş bir eski teknedeyim;
Hayata avdetimin(dönüş), galiba, yok imkanı.
Nedir ki, ailemin en muazzez(değerli) erkanı(üyeler),
Yanımdalar ya, ne olsak beraberiz… derken,
Kopan borayla bizim tekne ayrılır da hemen,
…
Sağım, solum, önüm, arkam yığın yığın zulmet(karanlık);
Ne gaye belli, ne mevki’, ne veche(yön) var, ne cihet.
Döner döner çıkamam, ye’s içinde kıvranırım;
Mezara canlı giren bir zavallıyım sanırım!
Zaman olur, kabaran dalgalarla savrulurum;
Zaman olur, açılan bir cehennemi uçurum,
İner benimle beraber fezayı inleterek;
Zaman olur, bulut altında gizlenen şimşek,
Deşer de zulmeti, bir sahne gösterir ki, inan,
Bütün bütün beni bizar(bezdirmek) eder hayatımdan:
“Kaderle pençeleşilmez, ecelse beklediğim,
Şu tahta parçalarından tecerrüd(kurtulmak) etmeliyim…
…
Hayır! Yakar beni derdimle aşina(tanış) çıkman,
Bırak, ben ağlayayım, sen çekil de karşımdan.
Bela mı kaldı ki dünya evinde görmediğim?
Bırak, şu yaşları, hiç yoksa, görmeden gideyim!