Âkif, İstiklal Marşı’nı yazma görevini kabul ettikten sonra Tacettin Dergâhı’na çekilir. İçindeki fırtınaların uğultusuyla bir o yana bir bu yana uçar içindeki yapraklar… Âkif’in zihninde aslında İstiklal Marşı hazırdır. Zaten 1910’dan beri İstiklal Marşı’mızı anımsatacak şiirler (Uyan, Ordunun Duası gibi şiirler) yazmıştır.
Bugünlerin bire bir şahidi olan Eşref Edip, şöyle anlatır: “Odanın bir tarafına çekilmiş elinde ufak bir kağıt…Tefekküre dalmış. Ara sıra bir kelime yazıyor… Bazen saatlerce düşünüyor…”
Dergâhta yaşanmış bir ilginç olayı Mithat Cemal Kutay da şöyle anlatır: “Âkif Ankara’daki Taceddin Dergâhı’nın üçüncü odasında İstiklal Marşı’nı yazmaya başlar. Bir gece birden uyanmış, kâğıt aramış, yok… Hâlbuki ilham heyecanlı bir pınar gibi akıyor. Elindeki kurşun kalem, yer yatağının sağındaki duvara dönmüş:
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.
Âkif gece gündüz İstiklal Marşı’yla yatar, kalkar. Mecliste, dost sohbetlerinde, dergâhta her yerde… Âkif şiiri 7 Şubat 1921’de arkadaşlarının birisiyle Meclis’e imzasız olarak teslim eder.
İstiklal Marşı Kime İthaf Edilmiştir?
Âkif’in şiiri 17 Şubat 1921 tarihli Sebilürreşad’ta ve “Hakimiyet-i Milliye” gazetesinde “KAHRAMAN ORDUMUZA” ithafıyla yayımlanır. Ardından 21 Şubat 1921’de Kastamonu’da çıkan “Açıksöz” gazetesinde yayımlanır. İlerleyen günlerde Meclis’te görüşülüp Hamdullah Suphi’nin sesiyle can bulan İstiklal Marşı alkışlar eşliğinde dört kez art arda okunmuştur. İstiklal Marşı’mız resmen 12 Mart 1921 tarihli oturumda resmen kabul edilir. Sonrasında ise Âkif vaat edilen 500 lirayı almadı. Oysa o günlerde Âkif büyük maddi sıkıntılar içindeydi. Meclis İstiklal Marşı’nı kabul eder ve alkışlarken cebinde Zonguldak milletvekili Hayri Bey’’den borç aldığı iki lirası vardı ve sırtında pardösüsü dahi yoktu.
İstiklal Marşı Safahat’a Neden Alınmamıştır?
Yapılan bir değerlendirmede o günün 140 lirasıyla Ankara’da büyük bir çiftlik alınıyormuş. Varın 500 lirayı siz düşünün… Âkif’in neleri elinin tersiyle ittiğini… Sebilürreşad’ın 21 Mart 1921 tarihli sayısında bu paranın “Dar’ül Mesai (iş evi) denilen Müslüman kadın ve çocuklara iş öğretmek amacıyla kurulan hayır derneğine bağışlandığı duyurulmuştur. Âkif, verilen parayı almadığı gibi bu özel şiirini “Safahat”ına almamıştır. Niçin böyle yaptınız diyenlere de “O şiir artık benim değildir. O, milletimin malıdır. Benim milletime karşı en büyük hediyem budur.” diyerek şiirini milletine armağan eder. Hayatının son günlerinde verdiği ilk ve son röportajında hasta yatağında şu bilgileri vermiştir: “İstiklal Marşı… O, ne samimi ne heyecanlı günlerdi! O şiir, milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir. Bin bir feci olay karşısında bunalan ruhların ıstıraplar içinde kurtuluş dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. O şiir bir daha yazılamaz… Onu kimse yazamaz. Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lazım…”
Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın…
Marşın Bestelenmesi Yarışmasına Kimler Katıldı?
Güftede olduğu gibi beste işinde de sahnede Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver vardı. O marşın bestesinin de en az güftesi kadar önemli olduğunu biliyordu. Bu doğrultuda olayı takip eden Hamdullah Suphi Bey “Bakanlığın aracılığıyla beste yarışmasının Kızılay genel merkezince açılması, 500 liralık ödülün bu cemiyetçe ödenmesi görüşüne vardı”. Böylece beste yarışması ilan edildi.
Besteler gelmeye başladı. 1922 Mayıs ayı başında gelen bestelerin sayısı elli beşi bulmuştu. Yarışmaya katılan otuz civarındaki bestecinin çoğu musiki öğretmeniydi. Bir kısmı ise milletvekili ya da tanınmış bestekarlardı.
Katılanlar arasında Ali Rıfat Çağatay, Ahmet Yekta Mardan, Rauf Yekta, Sadeddin Kaynak, Osman Zeki Üngör, Suphi Ezgi, Neyzen Asım Bey gibi ünlü isimler de vardı. Geç de olsa İstanbul’da Musiki Encümeni Başkanı Ziya Paşa’nın başkanlığında kurulan bir komisyon 12 Temmuz 1923 tarihinde Ali Rıfat Çağatay’ın bestesini seçti. Ve durum bakanlığa bildirildi. Bakanlık da bu besteyi diğer bakanlıklara ve okullara bir genelge ile duyurdu.
Bu genelge gereğince 1924’ten 1930 yılına kadar İstiklal Marşı bu beste ile söylendi. Yapılan itirazlar neticesinde 1930 yılından itibaren Osman Zeki Üngör’ün bestesi Türkiye Cumhuriyeti’nin Milli Marş bestesi olarak kabul edildi.