Birinci Kıtanın Anlam Tahlili
Mehmet Âkif’in İstiklal Marşı’mıza “Korkma” Kelimesiyle Başlaması Ne Anlama Geliyor? Birinci kıtada şair hangi duygular içindedir?
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Mehmet Âkif İstiklal Marşı’mıza başlarken ilk kelimeyi “Korkma” olarak seçer. Bu çok manidar bir başlangıçtır! Peki, biz genel manada korkak, zoru görünce kuyruğu sıkıştırıp kaçan bir ulus muyuz? Tabiki hayır. Âkif öyle bir kelime ile başlamalıydı ki yer gök, canlı cansız tüm tabiat bir anda Âkif’in sesine kulak kesilmeliydi.
Âkif, şiirinin 41. dizesine kadar devam edecek kararlılıkla; uykuya dalan, kendinden geçen, zorluk çekmeye tahammülü kalmamış, kendine ve mücadelesine karşı güvenini kaybetmiş, cesareti kırılmış, kıtlık içinde “Kurtuluş Mücadelesi” veren soylu milletimizin neferlerine seslenerek, her birinin bedenlerine dokunamasa da onların ruhlarını bu kelimeyle sarsarak kendilerine gelmelerini sağlamayı amaçlamıştır.
Bayrak bir milletin geleceğinin ve bağımsızlığının simgesidir. Bayrağın sönmesi Türk milletinin bağımsızlığını kaybetmesi anlamına geliyordu. Ama şair o kadar büyük bir kararlılıkla şunu der; yurdumuzda tek ev (hane) ve bu evde yaşayan tek yurttaşımız son nefesini vermeden Türk istiklalini yok etmek, Türk bayrağının yıldızını söndürmek mümkün olmayacaktır. Çünkü bayrağımız milletimizin yıldızıdır, şerefidir, şanıdır. Bayrağın kaderi ile milletin kaderi birbirine bağlıdır. Türk milletinin tüm fertlerini öldürmeden bağımsızlığımızı kimse elimizden alamaz. “Gökteki yıldıza kimsenin dokunamayacağı gibi ay yıldızlı bayrağımıza da kimse dokunamayacaktır.” Bu kıtada Âkif milletinden; geleceğinden emin olmasını, bayrağına ve yurduna ecdadından gelen güvenle sahip çıkması gerektiğini dile getirir.
İkinci Kıtanın Anlam Tahlili
Şairin İkinci Kıtada Bayrakla Yaptığı Anlaşmanın Şartları Nelerdir?
Çatma, kurban olayım, çehrene ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül… Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklal.
Bayrağımız, vatanımızın içinde bulunduğu savaş şartların[1]dan dolayı çok kaygılıdır. Düşmanların yurdun dört bir yerinde cirit atması onun kendi geleceği konusunda şüphelerinin artmasına neden olur. Acaba sonu yaklaşmış mıydı? Göklerde dalgalanma özgürlüğü elinden mi alınacaktı? Al rengi solup, silinip gidecek miydi tarihin tozlu sayfalarında… Bayrağımızın içinde bulunduğu ruh hali böyledir. Memet Âkif bu duyguları bayrakta hissettiği için, ikinci kıtada bayrağa seslenir. Bayrağın üstündeki hilali, şair kaşa benzetir. Şekil olarak da bayraktaki görünüm çatık kaşa benzer.
Mehmet Âkif bayrağa;” bayrağım, senin yolunda kurban olurum, biliyorsun şimdiye kadar her şeyimi senin uğruna verdim, bundan sonra da veririm. Ne olursun darılma bana. Neden bize kızmış, darılmış gibi kaşlarını çatarak bakıyorsun? Seni göklerden indirmelerine izin veririz, seni düşman eline bırakırız mı sandın? Hayır, benim kahraman milletim senin özgürce göklerde dalgalanman için her şeyi yapacak, senin sevgine, güler yüzüne layık olmaya çalışacaktır. Biliyorsun bu kahraman millet tarihi boyunca seni özgür kılmak için çok kan döktü, döküyor ve dökecektir de. Sen bu fedakarlığımızı göz ardı edip de seni yalnız bırakacağımızı düşünüp bize güvenmez, dargın dargın bakarsan bu bizi çok incitir, hayal kırıklığına uğratır. O yüzden de senin uğruna şimdiye kadar verdiğimiz kanları sana helal etmeyiz. Şu an sana çok ihtiyacımız var. Sen merak etme, tasalanma. Allah’a inanan ve hak olan doğrular için savaşan, vatanı ve bayrağı için canını vermekten bir an bile çekinmeyen bu millet elbette bağımsızlığını kazanacak, senin tüm kaygılarını yok edecektir. Sen yeter ki üzerine düşeni yap.”
Mehmet Âkif bunları der bayrağa. Aslına bakarsanız şair, bayrakla bir sözleşme yapar. Karşılıklı şartlar açıklanır ve anlaşmaya varılır.
Üçüncü Kıtanın Anlam Tahlili
Şaire Göre, Özgürlüğüne Kast Edilen Bir Türk’ün Yapacağı Şeyler Nelerdir?
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim: Bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.
Şair bu kıta hep “ben” ağzından konuşur, ama kast ettiği milletimizdir. Biz millet olarak, dünya kuruldu kurulalı, tarihin en başından beri özgür yaşamış bir milletiz. Birileri kalkıp, gelecek benim özgürlüğümü elimden alacak öyle mi? İşte ben o kişi veya kişilerin aklına şaşarım. Büyük ihtimalle onlar aklını yitirmiş, kiminle muhatap olduklarından haberleri yok, moda ifadeyle kiminle dans ettiklerinin farkında değiller. Biz şimdiye kadar hiçbir kimsenin kölesi olmadık, olamayız da. Özgürlüğümüzü elimden almaya kalkışan olursa da milletçe bir olup ayaklanır coşkun bir sel gibi kükreyerek düşmanımıza saldırır ona hak ettiği cezayı veririz. Etrafımıza çevrilmek istenen setleri duvarları yakar, yıkar onların ordularını perişan ederiz, bizden söylemesi. Bizler; sarılmaya, çevrilmeye, hapsedilmeye, sınırlandırılmalara gelemeyiz. Yaşarsak hür yaşarız. Özgür değilsek yaşamamızın da pek bir anlamı yoktur!
Dördüncü Kıtanın Anlam Tahlili
İstiklal Marşı’mızın Dördüncü Kıtasında Şair, Yurdumuzu Haksız Yere İşgal Eden Düşmanlara Nasıl Meydan Okumaktadır?
Garb’ın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
‘’Medeniyet!’’ dediğin tek dişi kalmış canavar?
Bu kıtada şair düşmanlarımıza açık açık meydan okumaktadır! “Garp” eski dilde “batı”; “afak” da “ufuk, gökle yeryüzünün birleştiği yer” demektir. Şair kafasını kaldırır batıya bakar, düşmanların dört bir koldan gemileriyle, toplarıyla, silahlarıyla yurdumuza akın edip yurdumuzu işgal ettiğini görür. Ama Mehmet Âkif; bu durumun korkulacak bir şey olmadığını anlatır. Çünkü biz bu yola, Allah yoluna çıktık; bizim için bu dava bir cihat’tır (Allah yolunda yapılan savaş). Biz gücümüzü Allah sevgisinden alırız. Maddi olarak her şeyimizi yitirsek bile yurdumuzun dört bir yanında, sınır boylarımızda (serhat) -her ne kadar biraz yılgın ve yorgun olsa da-[1]yüreği vatan sevgisi ve özgürlük aşkıyla yanıp tutuşan yiğitlerim var diye düşünür.
Mehmet Âkif, Batı’dan yurdumuza saldıran düşmanlarımızın silahlarının, gemilerinin sesini bir köpeğin ulumasına benzetir. Ve “Ulusun, korkma!” diyerek milletimize; bu sesler, bu gürültü, bu patırtı, toplar, tanklar, tüfekler seni ürkütmesin, nedir ki bunlar? Biz kendimize bir an önce çeki düzen verip toparlanıp ecdadımıza, tarihimize, soyumuza yakışır bir şekilde davranabilirsek hiçbir kuvvet hele hele kendini medeni, uygar olarak gören Batılı devletler mi bize zarar verecek? Biz kendimize gelip de onların karşısına çıkarsak onları bir fiskemizle alt ederiz. Bizi birbirimize sımsıkı bağlayan şaşaalı, başarılarla dolu bir tarihimiz ve her anımızda bizimle olan, yurdumuzu haksız yere işgal eden alçak düşmana karşı yalnız bırakmayacak Yaradanımız var…
Şair, düşmanlar gelecekse gelsinler ama başına gelecekleri de kendileri düşünsün, der. Şu noktayı da aydınlatmalıyız: Dördüncü kıtanın üçüncü dizesinde geçen “ulusun” kelimesi şimdiye kadar çoğu yerde yanlış yorumlanmış, okurken de yanlış tonlanmıştır.. Bu kelimeyle şair “yücesin” dememektedir. Bu kelime ulumak anlamında kullanılmıştır.
Beşinci Kıtanın Anlam Tahlili
Şair, Beşinci Kıtada Düşmana Geçit Vermemesi Karşılığında Mehmetçiğe Hangi Müjdeyi Veriyor?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Şair, yana yakıla cephede savaşan askerlerimize sesleniyor. Her ne pahasına olursa olsun yurdumuzu işgal eden düşmanı engellememiz gerekmektedir. Elimizde topraklarımızı savunacak ne varsa, düşmanın önüne geçerek onlara engel olmalıyız. Silahsa silah, silahın mermisi yoksa süngü, süngü yoksa çapa, kürek, onlar da yoksa bedenimizle kurşunların önüne atılmalıyız.
Canımızdan vazgeçelim, hepimiz atılalım düşmanın önüne, hayatımızı kaybetsek bile cesetlerimiz bir yığın olsun. Cesetlerimiz mani olsun düşmanın yurdumuza girmesine. Biz üstümüze düşeni böyle yapalım. Vatanımızı her ne pahasına olursa olsun savunalım. Savunalım ki Yaradan’ın da bizlere göstermeyi vaad ettiği özgür, huzurlu, masmavi pırıl pırıl sabahlara uyanacağımız yarınlar en yakın sürede belki yarın, belki yarından da kısa bir sürede bizlerle olsun. Yeter ki biz her zorluğa rağmen yılmayalım. Engel olalım alçak düşmana…
Altıncı Kıtanın Anlam Tahlili
Altıncı Kıtaya Göre, Toprak Parçasını Vatan Yapan Nedir?
Bastığın yerleri ‘’toprak!’’ diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Şair, bu kıtada topraklarımızın “kutsallığından” bahsediyor. Şair öyle güçlü bir sesle hem o dönemde yaşayanların hem bugün yaşayan bizlerin hem de gelecekte bu topraklarda yaşayacak olan yurttaşların kulağına varacak kadar güçlü bir sesle dillendirmiştir duygularını. Bizler yaşadığımız toprak parçasını “vatan yapan ecdadımızın torunlarıyız.”
Bu toprakların Türk vatanı olabilmesi öyle kolay olmamıştır. Yüzyıllardır ne evler direksiz, atasız, reissiz, evlatsız kalmıştır. Bu vatan bize savaş meydanlarında ruhlarını teslim ettiği yerde öylece kalakalan dualarla, merasimlerle toprağa defnedilemeyen ecdadın bir emanetidir. Bu emanetin ne kadar kıymetli olduğunu bil, vatanını tanı. Tanı ki vatanının kıymetini bil, vatanına sahip çık, meydan verme kendini bilmezlere. Tanı ki sızlatma, bizi her yerde izleyen dedelerimizin kemiklerini. Tanı ki hanlar hamamlar, atlar, katlar, gemiler, çuvallar dolusu para teklif etseler de, yurdumun bir karış toprağını “Bu kadar topraktan, birkaç şehirden ne olur ki veriverelim,” deme! Diyenlere de dedirtme, aklından geçenler bile olursa onların hayallerini elinden al, oyunlarını boz.
Yedinci Kıtanın Anlam Tahlili
Yedinci Kıtaya Göre Şairin Yaradan’dan Ölmeden Önce İstediği Şey Nedir?
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Şair Milli Marşımızı aslına bakarsanız bir olay örgüsüyle, ince bir işçilikle tasarlamıştır. Olay birinci kıtada durumu tespit, halkı uyandırma, ikinci kıtada bayrakla yapılan anlaşma, üçüncü kıtada özgürlüğe bağlılık, dördüncü kıtada ne olursa olsun düşman istediğini elde edemeyecek, beşinci kıtada ancak bizim mücadelemizle düşmanın emelline ulaşamayacağı, altıncı kıtada yediden yetmişe mücadelenin ardından ebediyete kadar bu topraklarda yaşamış ve yaşayacak olanlara yüklenen ödev… Ve altıncı kıtada şaire göre artık savaş kazanılmıştır. Yedinci kıtada da; Şair kendi kendine “Ben de ne söylüyorum canım; böyle soylu bir milletin torunları arasında ecdadı gibi davranmayacak olan gerektiğinde vatanı için canını hiçe saymayacak biri olabilir mi? Tabiki olamaz. Çünkü bizim kanımızı taşıyan biri vatan sevgisiyle yoğrulur, beslenir, şimdiye kadar hep kulağına devlete, vatana sadık olması fısıldanır. Bizler için çok mukaddes bir emanet olan topraklarımız baştan başa şehitlerimizin kanıyla (şüheda) sulanmıştır.
Şair, altıncı kıtada kendince savaşı kazandığımızı müjdelemişti ya, artık huzura erdiği için Allah’tan yalvararak şunu ister: Büyük Allah’ım; vatanım uğruna benim canımı, eşimin, çoluğumun çocuğumun, sevdiklerimin canını, evimi, barkımı, maddi manevi neyim varsa, her şeyimi al…Hiçbir şeyde gözüm yok. Ama sana yalvarıyorum, ben öleceksem, her ne surette olursa olsun bu mukaddes topraklarda öleyim. Ben bu topraklardan ayrı kalmak istemiyorum. “Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda” Mehmet Âkif için bu dizenin çok ayrı bir yeri vardır. Çünkü o, her ne sebeple olursa olsun, canından çok sevdiği vatanından ayrı, nefes almadan, kimsesiz, münzevi ve yalnız olarak on bir yıl geçirmiştir. En büyük korkusu da son nefesini ait olduğu topraklardan kilometrelerce uzakta verecek olma korkusu. Ama Yaradan onun duasını kabul eder, her ne kadar bir deri bir kemik, her ne kadar çökmüş, her ne kadar kırılmış da olsa çok şükür nasip olmuştur ölmeden Çanakkale şehitlerinin yattığı toprakların havası, doğup büyüdüğü şehrin, İstanbul’un suyu… Gözlerini huzurla yurdunda kapatmıştır ebediyete…
Sekiz ve Dokuzuncu Kıtanın Anlam Tahlili
Sekizinci ve Dokuzuncu Kıtaya Göre, Şehidimizin Ruhu Allah’tan Neler İstiyor?
Ruhumun senden İlahi şudur ancak emeli:
Değmesin ma’bedimin göğsüne na-mahrem eli;
Bu ezanlar -ki şehadetleri dinin temeli –
Ebedi, yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder – varsa -taşım;
Her cerihamdan, İlahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na’şım!
O zaman yükselerek Arş’a değer, belki, başım.
Şair 8. ve 9. Kıtada şehitlerimizin ağzından konuşur. Dedik ya Mehmet Âkif, İstiklal Marşı’mızı bir kurguyla yazmıştır. 7. kıtada ait olduğu topraklarda gözlerini yumar. Sekizinci kıtada da şehitlerimizin ağzından Allah’a yalvarır: Allah’ım ben senin yoluna, vatanımın özgürlüğü adına her şeyimden vazgeçtim, canımı verdim. Senden naçizane şunu diliyorum: Benim savaşım, ezan sedasının ebediyen semalarımızda yankılanması, dinimin ebediyen topraklarımda yaşayabilmesi içindi. Ben öldüm, dünyadan ayrıldım ama ebediyen benim topraklarımda camilerime, mezarlıklarıma, dinen kutsal yerlerime yabancı eli değmesin. Buralar hiçbir zaman zarar görmesin, kötü niyetlilerin eline geçmesin. Ve dinimin yaşadığının en büyük kanıtı olan “ezan” sesi yurdumun semalarında ebediyen yankılansın, hiç susmasın…
Dokuzuncu kıta sekizinci kıtanın devamı niteliğindedir. O zaman… Ne zamandır? Şehidimizin istekleri yerine geldiğinde, aziz milletim Allah’ın yardımıyla, hür bir vatanda imanı ve bağımsızlığıyla yaşamaya devam ettiğinde, mezar taşımda sağlam bir biçimde ayakta kalabildiğinde; ruhum Yaradan’ının önünde, kendinden geçerek aşk ile ona şükürler ederek binlerce secde eder. Cansız bedenim, bu isteklerimin gerçekleştiğini görünce sevinç göz yaşlarıyla, vatanım için şehit olduğumda vücudumda açılan yaraların acısını unutarak, bu coşkunun etkisiyle, toprağın atından soyut bir nesne gibi fışkırarak çıkacak ve gayesine ulaşmış başım, (bedenim) mutluluğun en büyüğünün yaşanabileceği ulaşılabilecek en yükseğe, göklerin en yüksek katına yükselerek arşa değecektir.
Onuncu Kıtanın Anlam Tahlili
Mehmet Âkif, Milletimizin ve Bayrağımızın Geleceğine Dair Güvenini Hangi Sözlerle Anlatır?
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklal.
Ve sonunda mutlu son gelmiştir… Şair onuncu bölümde de ikinci kıtada olduğu gibi bayrağa seslenerek başlar dizelerine… İkinci kıtada şair ve bayrak arasında yapılan anlaşmanın şartlarına iki taraf da uymuştur. Bayrağımız kaşlarını çatmayarak, celallenmeyerek milletimizi her an gölge gibi takip etmiştir. Varlığıyla cana can katmıştır. Milletimiz de bayrağına verdiği sözü tutmuştur. Binlerce cana mal olsa da dinini, vatanını ve bağımsızlığımızı kurtarmıştır. Bayrağımızı bir an bile olsa ayaklar altına aldırmamıştır.
Milletimiz yediden yetmişe kadınıyla, çocuğuyla, genciyle, yaşlısıyla onun hep layık olduğu yerde, göklerde özgürce salınmasını sağlamıştır. Bayrağımızı eski günlerdeki şanına kavuşturmuştur. Ayrıca Mehmet Âkif, milletimiz adına bayrağımıza minnetini, bayrağımız uğruna döktüğümüz kanları helal ederek göstermektedir. Mehmet Âkif bayrağa “Şanlı bayrağım, artık senin gönlün rahat olsun! Biz bu zorluğun üstesinden geldik ya…bundan böyle ne sana ne de milletime ebediyyen yıkım, bozgun hayal kırıklığı olmayacaktır.”demiştir.
Şaire göre; verdiğimiz mücadelenin sonunda biz birliğimizi, fedakarlığımızı, cesaretimizi, değerbilirliğimizi, azmimizi bir kez daha tüm dünyaya kanıtladık.
Mehmet Âkif son sözleri olarak; “Oldum olası hep özgür yaşamış bayrağım! Özgürlük senin hakkındır. Özgürlük senin kadar Allah’a inanan, Allah yolunda tüm zorlukları göğüsleyip aşan milletim için vazgeçilmeyecek bir haktır.” diyerek huzura ermiş, amacına ulaşmış bir edayla sözlerini sonlandırmıştır.