Manzum hikâye: Bir olayın şiirsel bir üslupla, ahenkli ve kafiyeli olarak anlatılmasıdır. Türk edebiyatında hikâyeler mesnevi denilen bir şiir tarzıyla yazılırdı. 1800’lü yıllardan itibaren bu tarz yerini manzum hikâyeye bırakmıştır. Bu dönemden sonra bazı şairler vermek istediği mesajlarını yahut anlatmak istediği bir olayı manzum hikâye şeklinde vermeyi tercih etmiştir.
Mehmet Âkif’in Manzum Hikaye Yazma Sebebi Nedir?
Mehmet Âkif’in öne çıkan özelliklerinden biri de manzum hikâyeciliğidir. Şiirlerinin yarısına yakınını manzum hikâye şeklinde oluşturmuştur. Bu yolla hikâyenin hem okunuşu kolay olmuş, hem kulağa hoş gelmiş hem de vermek istediği mesajı kısa yoldan vermiştir.
Diğer ifadeyle Mehmet Akif söyleyeceklerini en anlaşılır bir şekilde ifade etmek için daha çok manzum şekilde yazmayı tercih etmiştir. Çünkü onun tarzı bunu gerektiriyordu. O “sanat toplum içindir” anlayışını benimseyen yazarlarımızdandır.
Manzum hikâyelerini aruz vezniyle yazmıştır. Mehmet Âkif gerek kendisinden öncekiler ve gerekse sonrakiler içinde en önemli manzum hikâye yazarlarından birisi olarak karşımıza çıkar.
En önemli manzum hikâyeleri şunlardır: Küfe, Seyfi Baba, Mahalle Kahvesi, Hasta…
Mehmet Âkif’in Manzum Hikayelerinden Örnekler
KÜFE
Beş on gün oldu ki, mu’tâda inkıyâd (alışkanliğa uymak) ile ben
Sabahleyin çıkıvermiştim evden erkenden.
Bizim mahalle de İstanbul’un kenârı demek:
Sokaklarında gezilmez ki yüzme bilmeyerek!
Adım başında derin bir buhayre (göl, küçük deniz) dalgalanır,
Sular karardı mı, artık gelen gelir dayanır!
Bir elde olmalı kandil, bir elde iskandil,
Selâmetin yolu insan için bu, başka değil!
Elimde bir koca değnek, onunla yoklayarak,
Önüm adaysa basıp, yok, denizse atlayarak,
-Ayakta durmaya elbirliğiyle gayret eden,
Lisân-ı hâl ile amma rükûa niyyet eden[1]
O sâlhurde (eski), harâb evlerin saçaklarına,
Sığınmış öyle giderken, hemen ayaklarına
Delîlimin koca bir şey takıldı… Baktım ki:
Genişçe bir küfe yatmakta, hem epey eski.
Bu bir hamal küfesiymiş… Aceb kimin? Derken;
On üç yaşında kadar bir çocuk gelip öteden,
Gerildi, tekmeyi indirdi öyle bir küfeye:
Teker meker küfe bîtâb düştü tâ öteye.
-Benim babam senin altında öldü, sen hâlâ
Kurumla yat sokağın ortasında böyle daha!
O anda karşıki evden bir orta yaşlı kadın
Göründü:
-Oh benim oğlum, gel etme kırma sakın!
…
SEYFİ BABA
Geçen akşam eve geldim. Dediler:
– Seyfi Baba
Hastalanmış, yatıyormuş.
– Nesi varmış acaba?
– Bilmeyiz, oğlu haber verdi geçerken bu sabah.
– Keşke ben evde olaydım… Esef ettim, vah vah!
Bir fener yok mu, verin… Nerde sopam? Kız çabuk ol!
Gecikirsem kalırım beklemeyin… Zîrâ yol
Hem uzun, hem de bataktır…
– Daha a’lâ, kalınız:
Teyzeniz geldi, bu akşam, değiliz biz yalınız.
Sopa sağ elde, kırık camlı fener sol elde;
Boşanan yağmur iliklerde, çamur tâ belde.
Hani, çoktan gömülen kaldırımın, hortlayarak,
“Gel!” diyen taşları kurtarmasa, insan batacak.
…
MAHALLE KAHVESİ
“Mahalle kahvesi!” Osmanlılar bilir ne demek?
Tasavvur etme sakın “Görmedim nedir?” diyecek.
Dilenci şekline girmiş bu “sinsi cânîler
Bu, gündüzün bile yol vermeyen, harâmîler,
Adımda bir, dikilir, azminin, gelir, önüne…
Zavallı yolcunun artık kıyar bütün gününe!
Evet, dilenci sanır seyr eden kıyâfetini;
Fakat bir onluğa âgûş (kucak) açan sefâletini
Görüp de rikkate (merhamet) şâyân, biraz sokulsa, hemen
Vurur şikârını (av) tâ kalbinin samîminden (iç).
Mahalle kahvesi hâlâ niçin kapanmamalı?
Kapansın elverir artık bu perde pek kanlı!
Hayır, bu perde, bu Şark’ın bakılmayan yarası;
Bu, çehresindeki levsiyle yurda yüz karası
…