“İstiklal Marşı, ilk bakışta o zor yıllarda milleti yüreklendirici, vatanı koruma ve bağımsızlığını yeniden sağlama noktasında motive edici bir metindir. Bu, böyledir ama İstiklal Marşı bu noktada kalmaz. Sadece “İstiklalin Marşı” değil “İstikbal’in de Marşı” olur. Hatta buna bir “manifesto” demek de mümkündür. Zira; marşın tümüne yayılmış duygu ve düşünce unsurları, bize aslında bir tarih perspektifi içinde millet olarak kendimizi nasıl anlamamız ve anlamlandırmamız gerektiği konusunda bir tanımlama imkanı da sunar.” (Mustafa ÖZÇELİK)
Neden Bir Milli Marşa İhtiyaç Duyulmuştur?
TBMM açıldıktan sonra artık millet kendi bağımsız hükümetine kavuşmuştu. Türkiye’nin her ilinden bir temsilci ile halk mecliste temsil edilecekti.
1920 yılının yaz mevsiminde yurdumuzun neredeyse tamamına yakını doğusundan batısına, güneyinden kuzeyine, bir tek Orta Anadolu’nun belli bir kısmı hariç, işgal altındadır. Milletimiz, yıllardır savaşlarla, fakirlikle, ölümle, acıyla, ıstırapla boğuşmaktadır.
Artık yorgunluk, üzüntü katlanılır boyutta değildir. Ama Âkif gibi önderlerin yüreklere ektiği umutlar az da olsa insanımızı ayakta tutmaktadır. Ama, dirayetsiz bedenleri, zihinleri biraz daha güçlendirmeli, biraz daha ayakta tutmak gerekiyordu. Çünkü halkımız çok zor günler geçiriyordu.
Cephedeki yiğitlerimizin elleri tetikte ama; geleceğe dair savaşın kazanılacağına dair ufacık ümidi kalmamıştı. Zaten yorgun olan bedenler, güçlü donamalarıyla yurdumuzu işgal eden düşmanlarla zihinlerde de yenilgiye bir adım daha yaklaşıyordu. Bir şeye ihtiyaç vardı. Üzerimizdeki o uyku halinden, ölü toprağından kurtulmak için bir kuvvete ihtiyaç vardı.
Meclis’in açılışından kısa bir süre sonra imkânsızlıklar içinde kazanılan “İnönü Zaferi” umutların yeşermesini sağlar. Hükümet ulusumuzun geleceği ve savaşın kazanılmasına yönelik hamleler yapmak zorundadır. Öyle bir şey yapmalıydı ki hükümet; umut ateşi bir kez daha harlansın…Tetikteki eller daha güvenle bassın tetiğe… Öyle bir şey olmalıydı ki; kaybolan inanç misliyle geri kazanılsın… bozulan moraller düzelsin….
Öyle bir şey olmalıydı ki doğusu batısı, güneyi kuzeyi herkesin yüreği aynı heyecanla aynı anda çarpabilsin… Genel Kurmay Başkanlığı’nın isteğiyle Milli Eğitim Bakanlığı tarafından “Türk milletinin ebediliğini, Anadolu Milli Mücadele’sinin ruhunu Türk’ün istiklal aşkı ile dile getirilecek bir “Milli Marş Güftesi” yazma yarışması düzenlenir. Yarışmayı kazanana “500 lira” ödül verileceği duyurulur.
Yarışmaya Kaç Şiir Katılmıştır?
Açılan yarışmaya kısa sürede yüzlerce şiir gelir. Dönemin Mili Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey; Milletvekili Hasan Basri Bey ile yaşanılan süreci değerlendirir. Yarışmaya tam 724 şiirin katıldığını, ama katılan şiirlerin arasında yüreğinin telini titretecek bir şiire rastlayamadığını söyler. Asıl şaşırdığı ise böyle önemli bir yarışmada Mehmet Âkif’in şiiri nasıl olur da olmazdı?
Mehmet Âkif Yarışmaya Neden Katılmak İstememiştir?
Âkif gibi bir şair nasıl olur da katılmazdı yarışmaya, bir türlü anlayamıyordu. Bu durumun sebebini kısa süre içinde Hasan Basri Bey’den öğrenir. Âkif; yarışmanın sonunda para ödülü olduğu için bu anlamlı yarışmaya katılmamış. Ona göre vatan sevgisini anlatacağı “İstiklal Marşı” para ile yazılamazdı.
Mehmet Âkif’i İstiklal Marşı Yazmaya Kim İkna Etmiştir?
Bu durumu öğrenen Hamdullah Suphi Bey Âkif’in ikna edilmesi için çok uğraşır. Başlarda çok ayak direyen Âkif, sonunda 500 liralık para ödülünü bir hayır kurumuna bağışlamak koşuluyla şiiri yazmaya karar verir. Ve yazdığı şiir Milli Mücadele’nin ruhunu en güzel yansıtan şiirdir. Âkif’in de ifade ettiği gibi
“Allah bu millete bir daha “İstiklal Marşı” yazdırtmasın!”