Hayatı:
Mersin’in Silifke ilçesinde 9 Şubat 1938 tarihinde dünyaya gelen Doğan Cüceloğlu kişisel gelişim kitapları ve televizyon programları ile tanınmıştır.
Ortaokulu Silifke’de; liseyi Kırklareli’nde bitirdi. İlk aşk şiirini Kırklareli lisesinde yazmıştır.
Kendisi mühendis olmak istiyordu fakat dersine giren edebiyat ve kompozisyon öğretmeni Cahit Okurer’in etkisiyle İstanbul Üniversitesi psikoloji bölümüne yazıldı. Uzmanlık alanı iletişim psikolojidir. Psikoloji bölümünden mezun oldu.
1980-1996 yılları arasında Kaliforniya Üniversitesinde görev yaptı; 40’tan fazla bilimsel makale yayımladı. Dil psikolojisi alanında doktora yaptı. Doktora eğitimi sırasında evlendi ve bu evlilikten üç çocuk sahibi oldu.
1990’lardan itibaren Türk insanının duygu ve duygu, düşünce ve davranışlarını bilimsel psikoloji kavramları ile inceleyen Türkçe kitaplar yayımladı.
İlk kişisel gelişim kitabı “İnsan İnsana”dır. 1996 yılında emekli olana kadar Kaliforniya Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalıştı.
1996’da emekli olup Türkiye’ye döndükten sonraki yaşamında üniversite öğrencilerine, öğretmenlere, ana babalara ve iş adamlarına yönelik seminerler, konferanslar verdi.
Doğan Cüceloğlu Neden ve Ne Zaman Öldü?
Türkiye’ye döndükten sonra Hacettepe ve Boğaziçi üniversitelerinde yarı zamanlı olarak ders verdi. Bunun yanında kişisel gelişim alanında kitaplar yayımlamaya devam etti.
Yazdığı kitaplar ve televizyon programları yoluyla Türkiye’de alanında, eğitim camiasında ve veliler arasında tanındı. Televizyon programlarının ve seminerlerinin içeriğini kitap haline getirdi.
Doğan Cüceloğlu 16 Şubat 1921’de İstanbul’daki evinde aort atardamarı yırtılması nedeniyle 83 yaşında hayatını kaybetti.
Kitapları ve Kitaplarının Kısa Tanıtımları:
İnsan İnsana (1991)
İnsan İnsana benim ilk kitabım. İnsan ilişkilerinin trenin rayında gittiği gibi düz bir yolda gitmediğini kendi evliliğimde yaşadım. İnsan ilişkileriyle ilgili çocukluğumda gördüğüm ve öğrendiğimin ötesinde yeni bilgilere ve tutumlara gereksinmem olduğunu anladım.
Araştırdım, okudum, düşündüm ve uyguladım. Öğrendiklerimi bu kitapta paylaştım. Kitabın alt başlığı şöyle: “İnsan İlişkilerinin Getirdikleri ve Götürdükleri Üzerine”
İletişim alanına ilk adım atanlara önerilecek bir kitap. Bu kitapta çizgi ustası Erdoğan Bozok’un çizimlerinden ve mizah ustası Aziz Nesin’in öykülerinden yararlandım.
Yeniden İnsan İnsana/ Remzi Kitabevi/ 1991
İnsan ve Davranışı (1991)
Çağdaş insan, insanı bilmelidir. İnsanı bilen kendini anlar; kendini anlayan, insanları anlar. Ve demokratik bir toplumun temelleri bu anlayış üzerine kurulur.
Bu kitapta her çağdaş insanın bilmesi gereken modern psikolojinin temel kavramlarını Türk toplum yapısının özellikleriyle kaynaştırarak sunuyorum.
Öğrenci iseniz, bu kitapta öğrenme ve verimli çalışma yöntemleri ilginizi çekebilir; anababa iseniz çocuğun gelişim aşamalarını bilmek isteyebilirsiniz; yöneticiyseniz insanı motive etme konusunu merak edebilirsiniz. Umarım bu kitap uzun yıllar boyunca okurların çok amaçlı olarak yararlanacağı temel bir kaynak olacaktır.
İnsan ve Davranışı/ Remzi Kitabevi/ 1991
İçimizdeki Çocuk (1992)
Kişisel başarılarımdan en önemlilerinden biri, içimdeki çocuğun farkına vararak onunla zaman zaman konuşup oynaşabilmek oldu. Kimi kişi yaşamındaki her olumsuz olayda kendini suçlar, kimi başkalarını. Çevrenizdeki insanları gözleyin: kimi saldırgan, kimi pısırık, kimi yobazdır. Bazılarının sigara ve içki düşkünlüğü vardır diğerlerinin kızgınlık, karamsarlık ya da kıskanma gibi olumsuz duygulara tutkusu. Sağlıklı, dengeli ve mutlu kişi evliliğinde, işinde, yaşamının her yönünde sağlıksız, dengesiz ve mutsuz kişiden farklı davranır.
İnsanlar arasındaki bu farklar nereden kaynaklanmaktadır? İçimdeki Çocuğu tanımadan önce bu sorunun yanıtını tam bilmiyordum; ama şimdi biliyorum. İçimizdeki Çocuk yaşamımıza yön veren güçlü bir varlıktır. İçimizdeki Çocuk ve içimizdeki Ana-Baba, duygu, düşünüş ve davranışlarımızı sürekli yönlendirdiği halde, çoğu kez onların varlığından bile haberdar olmayız. Bu kitabımda, içinde yetiştiğiniz ailenin ve yakın çevrenin iç dünyamızı ve şimdiki duygu, düşünüş ve davranışımızı nasıl etkilediğini inceleliyorum.
Kitapta kendinizi tanımanız için alıştırmalar, testler, uygulamalar verilmiştir.
İçimizdeki Çocuk/ Remzi Kitabevi/ 1992
‘Miş’ Gibi Yetişkinler: Yetişkin Çocuklar (1994)
Sık sık çevremde görürüm, çocuk bir şeyden heyecanlanmıştır, annesine göstermek ister; “Anne bak ben ne yapıyorum!” der. Anne hiç oralı olmaz; o yan komşusuyla dedikoduya dalmıştır. Çocuk yine annesinin dikkatini çekmek için, bu kez daha da yüksek ve tiz bir sesle, “Anne bak ben ne yapıyorum!” diye bağırır. Anne sağırdır, duymaz. Niçin duymaz? Çünkü anne bir yetişkin çocuktur.
Yetişkin Çocuklar, bedenen gelişmiş ama duygusal olgunluğa erişememiş insanlardır. Bu kitapta, aslında bildiğimiz, fakat üzerinde düşünme gereğini pek duymadığımız bir öyküyü anlatıyorum. Bu öykünün kahramanlarını tanıdıkça çocukluğunuzu, ailenizi, çevrenizdeki insanları, en önemlisi de kendinizi daha iyi anlayacaksınız.
Yetişkin Çocuklar/ Remzi Kitabevi/1994
İçimizdeki Biz (1996)
Sokağımız pis, ama evimizin içi temizdir. Eve girmeden ayakkabımızı çıkarırız, ama sokağa çöp atar, köşesine işeriz. Niçin?
Çünkü evimize biz bilinci içinde anlam verirken, yani ‘bizim evimiz’ derken, ne yazık ki, sokağa ‘bizim sokağımız’ diyemiyoruz. Neden diyemiyoruz? Çünkü bir toplum olarak henüz yaşamın dayanışma gerçeğini henüz kavrayamamışız.
İçimizdeki Biz, yaşamımızdaki dayanışma gerçeğinin temelidir. Bu gerçeği yaşayan insanlar birbirlerine güven duyarlar. Aile yaşamı, komşuluk ilişkileri, ekonomik ve politik yaşam bu güven üstüne kurulur. Böyle bir toplumda trafik ışığında motoru stop eden arabanın sürücüsüne yardım eli uzanır; çocukların ve toprağın geleceğine sahip çıkılır. Evlerin içi kadar sokakların ve kentlerin temizliğine de önem verilir. Dayanışma bilincinin olmadığı yerde, Sen-Ben Anlayışı hakimdir. Evrendeki dayanışma gerçeğinin fark edilmesi Biz Bilinci’nin temelini oluşturur.
Bu kitapta, Sen-Ben Anlayışı üzerine kurulmuş aile ve iş yaşamının sorunlarını irdeliyor ve çözümün Biz Bilinci’nde yattığının kanıtlarını veriyorum.
İçimizdeki Biz/ Remzi Kitabevi / 1996
Savaşçı/1999
Her insanın gönlünün bir yerinde, çok derinlerde bir istek vardır: anlamlı ve coşkulu bir şekilde yaşamak. Bu isteği gerçekleştirmek kolay değildir; önce anlamlı ve coşkulu bir yaşamı hak etmek gerekir. Hak edebilmek için kişin kendi içindeki olumsuzluklarla güçlü bir savaş vermesi gerekir.
Anlamlı ve Coşkulu Bir Yaşam İçin SAVAŞÇI kitabında böyle bir savaştan söz ediyoruz. Söz ediyorum değil, söz ediyoruz; çünkü kitabı Arif Bey’le beraber oluşturduk. Arif Bey kimdir? Arif Bey, bu kitapta benimle konuşan bir sınıf öğretmeni. O beni bulmadı, aslında ben onu buldum. Uzun zamandır öğretmenlere ulaşmak, onlarla bir diyalog başlatmak gereksinmesi duyuyordum. Arif Bey’i böyle bir arayışın sonucunda buldum. Arif Bey’in yüreğinde sıkıntı var. Çabalıyor. Anlamak istiyor, yapmak istiyor. Destek bulamıyor. Ve yalnız!…
Savaşçı/ Remzi Kitabevi/ 1999
‘Keşke’siz Bir Yaşam İçin İletişim: İletişim Donanımları (2002)
Benim verdiğim seminerlerden birinin adı, ‘İletişim ve Etkili Yaşam.’ Bu semineri alanların çoğu bana, şu tür şeyler söylediler: “keşke çocuklarım doğmadan önce bu semineri alsaydım”; “keşke boşanmadan önce bu semineri alsaydım”.
Bir süre sonra bu seminerin içeriğini kitap haline getirdim ve adını da ‘Keşke’siz Bir Yaşam İçin İletişim koydum.
Keşkelerimiz çok! “Keşke çocuğumla daha çok zaman geçirseydim!” “Keşke vicdanımın sesini dinleseydim!” “Dilim tutulsaydı da keşke söylemeseydim!” Ne kadar sık duyarsınız ‘keşke’ sözcüğünü. “Şimdi bildiğimi keşke gençliğimde bilseydim!” diyen kişi, verdiği yanlış kararlardan duyduğu pişmanlığı dile getirir. Haksız mı? Bize verilen şu ömürden başka neyimiz var?
‘Keşke’siz bir yaşam için kim olduğunu ve ne istediğini bilmek yetmez; varoluşunu yaşamayı ve paylaşmayı da bilmek gerekir. Bir düşünün: Pişmanlıklarınızın çoğunun insan ilişkilerinden kaynaklandığını görürsünüz.
Bu kitapta, ailede, işyerinde ve toplumda sağlıklı insan ilişkilerine önem veren, ‘keşke’siz bir yaşam isteyen insanlar için yazdım; yaşamınızın sonunda, “Keşke kendi hayatımı yaşayabilseydim!” dememeniz için!
‘Keşke’siz Bir Yaşam İçin İletişim Donanımları/ Remzi Kitabevi/ 2002
Başarıya Götüren Aile – Sınav Döneminde Ana Babalık (2006)
Her anababa çocuğunun başarılı olmasını ister. Şimdi takma adıyla Kemal Bey dediğim baba da 17 yaşındaki kızının başarılı olması için dersine çok çalışarak üniversite giriş sınavlarında başarılı olmasını istiyordu. “Biz memur adamız; varımızı yoğumuzu senin için dershaneye veriyoruz; aklını başına al çalış. Üniversiteye giremezsen gözüme gözükme,” dedi.
Baba bu sözleri Nisan 2004’te söylemişti.
Mayıs 2004’te kızın gittiği dershaneye bir konuşmacı geldi ve “Öyle bir sistem içindesiniz ki, daha baştan, sınava giren her 10 öğrenciden 8’i başarısız olmaya mahkum edilmiştir. Elinizden gelenin en iyisini yapmaya gayret etmeniz gerekir,” dedi.
2004 Mayıs’ının o günü kız intihar etti.
Bu baba uzun süre herkesi, okulu, dershaneyi, konuşmacıyı, eğitim sistemini suçladı, ama kendine düşen sorumluluğu göremedi.
Kemal Bey’in durumunda çok anababa var toplumumuzda. Ve bu anababaların bu zor sınav döneminde çocuklarına daha bilinçli anababalık yapmaları gerekir.
Sorumluluk duygusu insanda bilgi arayışına götürür. “Başarıya Götüren Aile: Sınav Döneminde Anababalık” kitabı, böyle bir sorumluluk duyan anababalar için yazıldı.
Kitap arka kapağında kendini şöyle tanıtır:
Bu kitap, çocuğunun başarılı olması için, “Çok çalış oğlum/kızım,” demenin ya da tüm maddi olanaklarını seferber etmenin ötesinde bir şeyler yapmak isteyen anababalara yol göstermek amacıyla yazıldı.
Her anababa, okul başarısı için çocuğuna yardımcı olmak ister. Ama öğrenme sürecinin bilimsel temellerini kavramadan atılacak her adım, iyi niyetli de olsa, çocuğu engelleyebilir.
Başarıya Götüren Aile, sınav döneminde çocuklarına destek olmak için doğru ve etkili yöntemler arayan tüm ana babalara kılavuzluk edecek.
Bir Kadın Bir Ses (2006)
Bu kitapta bir kadın ve onun sesi var, ama anlatılan gerçek yaşam öyküsünün en önemli kahramanı bir erkek.
Saniye, Torosların bir köyünde büyüdü. Babasının gözüne girebilmek için ‘erkek gibi bir kız’ olması gerektiğini anladı ve kısa saçıyla, sert bakışıyla, asker gibi rap rap yürüyüşüyle onun takdirini kazandı.
Mehmet yakışıklı, tatlı dilli, kadınların dikkatini çekip onların gönlüne girmesini bilen biriydi ve ‘erkek gibi bir kız’ olan başı dik Saniye’den hoşlandı.
Saniye babasının gözüne girmek için erkek gibi bir kız olmasını öğrenmişti, ama kadın olmanın ne demek olduğunu hiç bilmiyordu; kimse kadın olmayı öğretmemişti. Neye uğradığını anlayamadan kendini evlenmiş buldu ve oldukça çetrefil, karmaşık, acılarla dolu bir yaşam öyküsü başladı.
Evliliğinin dördüncü ayında kocasının pantolonunun cebinde genç bir kıza yazılmış bir aşk mektubu buldu ve ancak bir kadının gösterebileceği bir yaratıcılıkla bir komplo kurdu: kızın evini buldu, görücüymüş gibi kızın evine gitti ve kocasını oraya getirtti; önce hayret daha sonra öfkeden dona kalan Mehmet’in yüzüne kapıyı çarparak çıktı.
Bu yaşam öyküsü çetrefil, karmaşık ve acılarla dolu; aynı zamanda bu toplumun kadınlarının birçoğunun öyküsü.
Erkek karısını kendinden uzak tutmaya kararlı; uzaklığından, bilinmezliğinden ve yalnızlığından gelen bir gizemi var. Kadın onun iç dünyasına girmeye, onun can yoldaşı olmaya sürekli çabalıyor. Acılarla dolu yalnız bir yolculuk; her ikisi için de süregiden yalnız bir yolculuk.
Saniye duygularını ve özlemlerini şiire döküyor. Sadece kendi için değil, bu ülkenin tüm kadınları için yazdığını düşünüyor. Otuz yılı aşkın evliliğinde adını bir kez bile duymuyor. “Acaba ben var mıyım?” kuşkusuna kapılıyor.
Yoksam ben
Varmışım gibi
Canlıymışım gibi
Neden acıyor yüreğim
Yaş akıtıyor gözlerim.
Saniye Çelik’le konuşmamı sanki rahmetli annem benden istedi. Dinlediğimde, Saniye’nin acıları, yalnızlığı, içinin burukluğu annem Zehra’nın yaşamını anımsattı.
Ve bu kitap oluştu.
Doğan Cüceloğlu (2006)
Korku Kültürü: Niçin ‘Mış Gibi’ Yaşıyoruz? (2008)
“İnsan, insan olarak doğmaz, oluşturulur,” der Erasmus.
İnsan nerede oluşturulur?
İçine doğduğu ailede.
Aile nerede oluşturulur?
O toplumun kültürü içinde.
Bir toplumda “korku kültürü” egemense insan, insan olma sürecini tamamlayamaz. “İnsanmış gibi” görünür, ama gerçek insan olamamıştır.
Bir toplumda “saygı kültürü” egemense insan, insan olma sürecini tamamlayabilir. İnsanmış gibi görünür ve gerçekten insandır ve insan gibi düşünür, duyar ve davranır.
Gerçek insan olma sürecini tamamlayamamış insanlar mış gibi yaşarlar.
Korku kültüründe yaşayanların temel sorunu şudur: insanlar, mış gibi yaşadıklarının farkında değildirler. Mış gibi yaşayanlar çoğunlukta olduğu için mış gibi yaşamak o toplumda normal yaşam tarzı olur.
O toplumdaki normal yaşam tarzına uymayanların, sıra dışı olanların, yani insan gibi düşünen, duyan ve davrananların “tuhaf” olduğu düşünülür.
Bu kitap bir yolculuk süresince konuşulanlardan oluşuyor. Ben, oğlum Timur ve sanal arkadaşımız öğretmen Arif’le bir Türkiye yolculuğuna çıktık ve “Niçin mış gibi yaşıyor ve bunu sürdürüyoruz?” sorusuna yanıt aradık.
Kitaptan bir bölümü sizinle paylaşmak istiyorum.
D: İşte, insan yaşamının ilginç bir muhasebesi vardır. Yaşamın sonunda bütün bu durumları özetler ve şu soruyu sorabilirsiniz: Bu yaşamda ben ne kadar vardım? Bu benim yaşamım mıydı? “Ömrümüzün sonlarına doğru içimizde bir yanımız, mutlaka bu soruyu sorar. Bu soruya kabaca iki şekilde cevap verebiliriz.
Hayır, bu benim yaşamım değildi; ben bu hayatta yoktum. Benden beklenildiği gibi yaşadım. Çocukken doya doya oynayamadım, haydi dersini yap, ödevini yap dediler; doyduğum halde zorla yemek yedirdiler; doya doya koşamadım, koşma düşersin dediler; mesleğimi, evleneceğim kişiyi, evlendikten sonra nerede oturacağımı, çocuğumun ismini kendim seçemedim. Ben benden beklenenleri yaptım. Şimdi ölüyorum.Ya da, evet, bu benim yaşamımdı. Hayatımı tribünlerden seyretmedim, sahadaydım. Karlı, yağmurlu çamurlu günlerde, sıcakta, toz toprakta sahadaydım. Hata yaptım, öğrendim. Sevdim, sevildim, mutlu oldum, acı çektim. Yenildim, zayıf yönlerimi görmek zor geldi, mücadele ederek başarı kazanmak coşku verdi. Kendi ayaklarımın üstünde yürüdüm ve bu yolculuk gerçekti, benim yolculuğumdu. Bu yolculukta ben vardım.
Timur ve Arif sessizliğe gömüldüler. Bir süre sessiz kaldık.
Erbaa’dan geçiyoruz. Sağımız solumuz tuğla fabrikası dolu. Yolun sağındaki ve solundaki şeritler toprak, kamyon ve otobüs birbirini geçerken toz toprak çıkarıyor.
Timur önümüzdeki otobüsü geçecekti, fakat karşıdan dumanlar çıkararak bir motosiklet geldiği için yavaşladı ve otobüsün arkasına geçti, motosiklet geçince otobüsü solladı ve geçti.
Artık Erbaa’dan çıkıyoruz ve burada da çok tuğla fabrikası var. Öyle görünüyor ki bu civarda tuğla üretimi ve nakliyat çılık çok ilerlemiş durumda.
Kaldığım yerden konuşmama devam ettim:
D: Yaşam başarısı, “bu benim yaşamım” diyebilmektir ve okul başarısı, meslek başarısı, evlilik başarısı anlamını yaşam başarısı şemsiyesi altında bulur.
Türkiye’de yaşıyorsanız ya da Türkiye’de yaşayanların yaşamıyla ilgileniyorsanız, bu kitabı okumanızı öneririm.
Onlar Benim Kahramanım (2009)
Dikkatli baktığımızda, çevremizin şikayet yarışçılarıyla dolu olduğunu görürüz. Öyle bir yarıştır ki bu, galip geldiğini sananların aslında yaptığı, ne denli güçsüz ve işe yaramaz olduklarını, hem kendilerine hem de çevrelerine kanıtlamaktır.
Elbette şikayet yarışına katılmayanlar da var; kimsenin dikkatin çekmeyen ve yapacak çok şeyleri olan bu insanların gerçeğe koşulsuz saygısı vardır. Gerçeği bilmek, kabullenmek ve ona göre hareket etmek onlar için vazgeçilmez bir önkoşuldur.
Abartmayan, yalan söylemeyen, alçakgönüllü ve hoşgörülü bu insanlar, kişisel bütünlük içinde yaşama hizmet etmekten mutluluk duyar. Aslında yaşıyor olmanın da bir sorumluluğudur yaşama hizmet etmek. Onları bilmeyiz, duymayız ama toplum akıl sağlığını ve dengesini onlar sayesinde korur. Onlar, gizli kahramanlardır.
Bu kitap, iki gizli kahramanın yaşam öyküsünü anlatıyor.
(Kasım 2009)
İnsan İnsana Sohbetler (2011)
Doğan Cüceloğlu’nun hazırlayıp sunduğu, Polat Doğru’nun yapımcılığını üstlendiği İnsan İnsana adlı TV programının konuklarıyla gerçekleştirilen birbirinden keyifli ve zengin sohbetler, birer metne dönüştü ve bu kitapta bir araya geldi. Kendi yaşamlarını emek, azim ve irade üzerine kuran on bir konuk ile Doğan Cüceloğlu, hayata ve her şeye dair konuştu. Her satırında “insan”ı hissedeceğiniz sohbetler; dünyaya, yaşama ve kendinize bakışınızı zenginleştirecek.
Üstün Dökmen, varoluş yolculuğunda kime, niçin selam veriyor?
Ali Nesin, yaratıcılığın temelinde dürüstlük vardır derken neyi vurgulamak istiyor?
Adnan Binyazar insanın yalnızlığına nasıl bakıyor?
Bir filozof olarak Ahmet İnam için edep ve gönül gibi kavramların önemi ne?
Emre Kongar için güvenilir insan olmanın anlamı nedir?
Cihat Şener, hep kolayı seçmenin insanın yaşamını fakirleştireceğini söylerken bizlere ne öneriyor?
Ali Saydam için is hayatındaki “insan”ın bir kıymet olarak yeniden tanımlanması neden önemli?
Lokman Ayva, körlük benim için bir kurtuluş oldu sözüyle ne demek istiyor?
Celal Kadri Kınoglu’nun yasamın doyumu için doğru ata binmekten anladığı ne?
Kadir Özer, her insan bir buket insandır sözüyle bireyin hangi yönüne işaret etmek istiyor?
Levent Üzümcü, bütün bir ömrünü karanlıkta geçiren ile karanlığı gerçek sanarak yaşayanlar hakkında ne düşünüyor?
İnsanı Ararken Damdan Düşen Psikolog (2013)
Afrika kabilelerinden birinde bir bebek doğduğunda kabilenin kadınları hep birlikte ormana çekilir, o bebeğe bir şarkı yaparlarmış. Dikkatle gözlemledikleri bebeğin karakteristik özelliklerini ve gücünü ona anlatan bir şarkı…
Sonra, çok sonra bir gün, hayatla başa çıkmakta zorlanıp da kolu kanadı kırılacak olursa o şarkıyı, yani kendini hatırlasın diye… Afrikalı bebek o şarkıyı dinleyerek buyurmuş…
Günün birinde o şarkıyı tekrarlayamayacak kadar kendine inancını yitirdiğinde, onu tanıyan biri ona şarkısını çalarmış ıslıkla. Kendini, gücünü, öz hâlini hatırlar, kendine gelirmiş…
Doğan Cüceloğlu aramızda bir ıslık gibi dolaşıyor…
Kendi şarkısına gelince…
Annelerimiz yaşarken ayrıca bu şarkıyı duymaya ihtiyacımız yoktur. Annemiz, o şarkının ta kendisidir zaten. Ama Cüceloğlu, sadece on yaşındaymış annesi “gitti de gelecek” sandığında… Söyleşimiz boyunca içinde yakaladığı, annesinin bıraktığı boşlukta büyüyen kocaman bir ağıt oldu; kalabalıklar içinde ürkek, mahcup, çekingen bir çocuk…
Kendi çocukluğuna el uzatır gibi uzatıyor şimdi elini bütün çocuklara; o çocukların anne-babaları, öğretmenleri hınca hınç dolduruyorlar seminerlerini. Kitapları baskı üzerine baskı yapıyor. Çünkü Nasrettin Hoca topraklarının çocukları olarak biliyorlar ki damdan düştüklerinde çarenin hasını kendisi de daha önce damdan düşmüş olan bilir. Hele de damdan düşüp de doğrulan üstüne üstlük bir de doktorsa…
Gizlisiz saklısız anlattı bütün hayatını. Bu kitap, damdan düşen doktoralı bir psikologun, düştüğü yerden doğrulurken kendine mırıldandığı kendi şarkısının gözyaşı ve kahkaha dolu öyküsü…
Gerçek Özgürlük (2014)
Genç bir üniversite öğrencisi için özgürlük ne anlama gelir? Sıcak bir yatak, bir çalışma masası, yiyecek yemek ve kimseye muhtaç olmadan günlük ihtiyaçlarını karşılayacak parası olması yeter mi? Özgürlük bir gencin nelere sahip olduklarıyla mı, yoksa nasıl var olduğuyla mı ilgili? Bu sorular kendini ve yaşamı ciddiye alan bir genç için önemli.
Remzi Kitabevi’nden 2001 yılında basılan İyi Düşün Doğru Karar Ver kitabını yeniden yazmak istedim çünkü yıllar içinde benim değişen ve dönüşen düşünce, değerlendirme ve gelişmemin gerisinde kaldığını fark ettim. Kitabı yenilemek için de bana iki haftanın yeteceğini düşünerek kolları sıvadım, çalışmaya başladım. İki haftada bitirmeyi düşündüğüm kitap, yeni kimliğiyle, Gerçek Özgürlük ismiyle karşıma çıktı ve on altı aydan fazla zamanımı aldı.
Ana karakterler, emekli psikoloji profesörü Yakup Bey ve genç üniversite öğrencisi Timur Bey isim olarak aynı kaldı, ama ikisi arasında yer alan sohbetlerin kapsamı ve derinliği değişti. Tahmin edebileceğiniz gibi bir gencin arayışı sohbeti yönlendirdi. Bir insanın gençliği ve yaşlılığı, aynı zaman ve mekânda karşılaşıp sohbete başlayınca, geçmiş ve gelecek kaynaşıyor, birbiri içine geçiyor. Bu kitabın bazı sayfalarını yazarken gözyaşlarımın bana eşlik ettiğini de bilmenizi isterim.
Gerçek Özgürlük’ü yazdığım için mutluyum.
Umarım bu kitap okurun, içindeki o özgür gücü keşfetmesine ve onun o gücün kaynağıyla sohbet etmesine yardımcı olur.
Doğan Cüceloğlu
Derviş’in Aklı (2016)
“Bu kitap okulu olmayan Akçapınar Köyü’nden bilge bir babanın inancıyla yola çıkarak okumaya başlamış ve İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Fakültesi’nde Profesör olmuş, sonrasında aynı fakülteye dokuz yıl dekanlık yapmış, Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’nde üç yıl araştırmalar yapmış ve dersler vermiş Prof. Ahmet Dervişoğlu’nun öyküsünü anlatıyor.
Öğretmenim Bir Bakar Mısın?- Öğretmen’in Gücü Üzerine (2018)
Hangi eğitim sistemi içinde olursa olsun, teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, öğretmenin öğrenciyle göz göze geldiği bir an vardır.
Bu kitap, öğretmenin öğrenciyle
göz göze geldiği o anın gücünü anlatmaktadır.
O anda öğretmen, öğrencinin gönül kapısından girerek zihnine ulaşır. Ve işte o an eğitim başlar. Öğretmenin gücü binlerce yaşam inşa eder…
Deneyimli bir eğitimci dostumun dediği gibi, “Sadece eğitimin değil, ülkenin lokomotifi öğretmendir. Gücünün sınırı tahminlerin çok ötesindedir.”
Öğretmenim Bir Bakar Mısın? öğretmenin kuşaklar boyu devam eden gücüne tanıklık yapmak için yazıldı.
“Öğrencilik hayatım boyunca onlarca öğretmenin ışığından faydalandım, ancak bahsettiğim öğretmenim bir başkaydı. Hani gökte de milyonlarca yıldız vardır, ama birinin ışığı diğerlerinden fazladır ve size kutup yıldızı olur. İşte bu mektubun konusu olan öğretmenim de benim için öyledir.”
“Şimdi ben de öğrencilerime bunu öğretiyorum. Öğretmenimle de iletişimimi sürdürüyor ve onun desteğini her zaman hissediyorum. Çünkü sevginin bulaşıcı bir yönü vardır ve sevgi sonsuzluğa sahip bir güçtür.”
Öğretmen’in Gücü Üzerine
Hangi eğitim sistemi içinde olursa olsun, teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, öğretmenin öğrenciyle göz göze geldiği bir an vardır.
Bu kitap, öğretmenin öğrenciyle
göz göze geldiği o anın gücünü anlatmaktadır.
O anda öğretmen, öğrencinin gönül kapısından girerek zihnine ulaşır. Ve işte o an eğitim başlar. Öğretmenin gücü binlerce yaşam inşa eder…
Deneyimli bir eğitimci dostumun dediği gibi, “Sadece eğitimin değil, ülkenin lokomotifi öğretmendir. Gücünün sınırı tahminlerin çok ötesindedir.”
Öğretmenim Bir Bakar Mısın? öğretmenin kuşaklar boyu devam eden gücüne tanıklık yapmak için yazıldı.
“Öğrencilik hayatım boyunca onlarca öğretmenin ışığından faydalandım, ancak bahsettiğim öğretmenim bir başkaydı. Hani gökte de milyonlarca yıldız vardır, ama birinin ışığı diğerlerinden fazladır ve size kutup yıldızı olur. İşte bu mektubun konusu olan öğretmenim de benim için öyledir.”
“Şimdi ben de öğrencilerime bunu öğretiyorum. Öğretmenimle de iletişimimi sürdürüyor ve onun desteğini her zaman hissediyorum. Çünkü sevginin bulaşıcı bir yönü vardır ve sevgi sonsuzluğa sahip bir güçtür.”
“Hayatımda o önemli günü hiç unutamam. Öğretmenimin benim için verdiği mücadeleyi görmeseydim belki de okumanın benim için bu kadar önemli ve kutsal olduğunu anlamayacaktım. O benim hayata bakış açımı değiştirdi, bana mücadele için güç verdi, ondan aldığım güçle devam ettim.”
Öğretmen’in Gücü Üzerine
Hangi eğitim sistemi içinde olursa olsun, teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, öğretmenin öğrenciyle göz göze geldiği bir an vardır.
Bu kitap, öğretmenin öğrenciyle
göz göze geldiği o anın gücünü anlatmaktadır.
O anda öğretmen, öğrencinin gönül kapısından girerek zihnine ulaşır. Ve işte o an eğitim başlar. Öğretmenin gücü binlerce yaşam inşa eder…
Deneyimli bir eğitimci dostumun dediği gibi, “Sadece eğitimin değil, ülkenin lokomotifi öğretmendir. Gücünün sınırı tahminlerin çok ötesindedir.”
Öğretmenim Bir Bakar Mısın? öğretmenin kuşaklar boyu devam eden gücüne tanıklık yapmak için yazıldı.
“Öğrencilik hayatım boyunca onlarca öğretmenin ışığından faydalandım, ancak bahsettiğim öğretmenim bir başkaydı. Hani gökte de milyonlarca yıldız vardır, ama birinin ışığı diğerlerinden fazladır ve size kutup yıldızı olur. İşte bu mektubun konusu olan öğretmenim de benim için öyledir.”
“Şimdi ben de öğrencilerime bunu öğretiyorum. Öğretmenimle de iletişimimi sürdürüyor ve onun desteğini her zaman hissediyorum. Çünkü sevginin bulaşıcı bir yönü vardır ve sevgi sonsuzluğa sahip bir güçtür.”
“Hayatımda o önemli günü hiç unutamam. Öğretmenimin benim için verdiği mücadeleyi görmeseydim belki de okumanın benim için bu kadar önemli ve kutsal olduğunu anlamayacaktım. O benim hayata bakış açımı değiştirdi, bana mücadele için güç verdi, ondan aldığım güçle devam ettim.”
Var Mısın? (2021)
“Gençliğimde gergin, stresli, mutsuz günlerim çok oldu. Kendimi suçlu hissettiğim, değersiz gördüğüm dönemler yaşadım. Şimdi hayatım anlamlı, coşkulu ve şükür duygusuyla dopdolu…
Neden?
İçinde yaşadığım koşulların iyileşmesinden mi?
Geliştirdiğim farkındalıkların sonucu mu?
”Doğan Cüceloğlu, yalnızca psikoloji kariyeriyle değil, insan hayatına dokunan ve insana dair her hikâyeden şifa çıkarabilen bilgeliğiyle bu coğrafyanın en önemli ilim insanlarından biri. Seksen yılı aşkın ömrünün bir birikimi olarak, şimdi herkesin merak ettiği “hayati” sorulara en samimi cevaplarını sunuyor. Herkes gibi aslında o da hâlâ savaşıyor, keşfediyor, hayata değer katıyor.
Hayatın anlamı nedir?
İnsan kendini nasıl geliştirir?
Umutsuzluk nasıl aşılır? İçimizdeki öz nasıl ortaya çıkar?
Çevremiz bizi nasıl etkiler?
Kime akıl danışılır?
Yaşam neleri ödüllendirir? Zihin nasıl işler?
“Biz” olmak için neler yapılmalıdır?
Ömür yolculuğunda neyin önemli olduğunu anlamak, keşif ve merak duygularına sahip çıkmak bir hayatı “kıymetli” kılmak için en önemli meziyetler arasında. Elinizdeki rehber niteliğindeki kitap, yaşamı boyunca bu meziyetlerin peşine düşmüş ve her ânına onları ilmek ilmek işlemiş Doğan Cüceloğlu’nun, Deniz Bayramoğlu ile sohbetlerinden oluşuyor ve herkese şu soruyu soruyor:
“Zorluklarla başa çıkmaya, içindeki gücü keşfetmeye VAR MISIN?”
Geliştiren Anne-Baba (2021)
Çocuğunuz bir kez çocukluk yaşayacak; bu dönemi onunla doya doya yaşayın.
Bir anne, bana yolladığı mektupta şöyle diyor: “Çok yorgun ve sorumlulukların altında ezilmiş hissediyorum. Annem kendi dönemlerinde böyle bir yılgınlık hissetmediklerini, bu kadar sabırsız ve öfkeli olmadıklarını, bizi seyrederken bile yorulduğunu söylüyor.”
Bir başkası da şöyle yazmış: “Otuz yaşında yaklaşık 4,5 ay sonra baba olacak bir baba adayıyım. Bugüne kadar geçen süre içinde baba olacağım düşüncesi üzerinde çok durmadığım için birçok şeyin farkında değildim. Ancak bugün bu düşünce üzerinde ilk adımımı attım ve daha ilk adımımda büyük bir eksik ile yola çıktığımı fark ettim. Bu sanki kutuplara keşfe giden kâşifin yanında soğuktan koruyucu kıyafetlerini almaması gibi bir hisse benziyor.”
Yetişen her yeni kuşakla birlikte, onları yetiştiren anne ve babalardan da beklentiler artıyor. Toplumun gelişmesi için öncelikle ailede demokratik bir yapı kurulması şart. Bunun yolu da, anne ve babaların geçmişten gelen korku kültürü kalıplarından kurtulmaları ve onur eşitliğine inanan sağlıklı gelişmiş bireyler yetiştirmeleri…
Geliştiren Anne-Baba olmak için kendinizi ve çocuğunuzu tanımanız, beklentilerinizi, niyetinizi keşfetmeniz; değerlerinizi ve aile ilişkinizi sağlıklı tutmanız önemli. Bilen, anlayan, seven gözlerle yaşama bakmak kendi elinizde…
Güler yüzlü, sakin, güvenen, hayata, ailesine şükür duygusu içinde bakan bir anne, bir baba olmak çocuklarınıza verebileceğiniz en büyük armağandır. Çocuklar böyle bir armağanı hak ediyorlar.