Aksiyon kavramı Mehmet Âkif’te dinin yarısı gibi bir şeydir
Onu tanıyanlar onu şöyle anlatıyorlar: “Çok çalışkandı, emek verilmeden kazanılan şeyi haram sayardı. “Sanatın yüzde doksanı ter, ancak yüzde onu ilhamdır.” diye inanırdı. Mehmet Âkif’in şiirlerinde en çok severek kullandığı kelimeler: “Çalışma, gayret, azim ve umut’tur.” Onun sevmediği kavramlar ise “tembellik, azimsizlik ve karamsarlıktır.”
“Aksiyon” (çalışma, mücadele, hareket) kavramı Mehmet Âkif’te dinin yarısı gibi bir şeydir. Yorulmadan, bezmeden belki 45 yıl gezmiş, çırpınmış, didinmiş. Mektebi birincilikle bitirmiş. Baytar olarak Rumeli, Anadolu ve Arabistan’da “sari hayvan hastalıkları üzerine” yıllarca dolaşmış. Savaş patlayınca, devletin ve milletin güvendiği bu seçkin adam, hizmete koşan er gibi “Teşkilat-ı Mahsusa” emrine girmiş, Almanya’ya Müslüman esirlere gerçekleri anlatmak amacıyla gitmiş. Sonra uzun bir çöl yolculuğu yapmış; Lawrence’in saçtığı İngiliz altınları ile ayartılmış olan bazı şeyhleri Türk devletine bağlamaya çalışmıştır. Safahat’ta daima koşan, seyreden, üzülen, acıyan, sevinen, kızan, isyan eden, konuşan, tartışan… Velhasıl bir saniye durmayan bir tek kahramanla karşılaşılmaktadır: O da Âkif’in kendisidir. Durmak ve oturmak –nicelerinin ideali olan bu hayat tarzı – Âkif için ölümdü.” (Ahmet Kabaklı)
Evet, Mehmet Âkif büyüğümüz işte böyle birisiydi. Yani onun hayatı hep çalışmayla, mücadeleyle ve gayretle geçmiştir. Onun hayatında “boş vakit” mefhumu yoktur. Hayatı incelendiğinde çocukluğundan ölümüne kadar hep bir şeylerle iştigal ettiğini görmekteyiz. Amacı için ömrü boyunca mücadele etmiştir. Amacı da vatanın ve milletin hak ettiği yere gelmesidir. Bu yoldan onu ancak ölüm döndürebilir. Aşağıda onun çalışmayla ilgili mısraları yer almaktadır.
Mısralarında Çalışma ve Gayret
“Bekayı hak tanıyan sa’yi bir vazife bilir;
Çalış çalış ki beka sa’y olursa hak edilir.” (Fatih Kürsüsünde’den)
Hayır! Adâlet-i fıtratta yoktur istisnâ.
Hayâta hakkı olan kimdir anlıyor, görüyor;
Çalışmayanları bir bir eliyle öldürüyor!
Bekâyı gâye sayanlar koşup ilerlemede;
Yolunda zahmeti rahmet bilip müzâhemede.
Terakkiyâtını milletlerin gören, heyhât,
Zaman içinde zaman etse, haklıdır, isbât.
Bakın mücâhid olan Garb’a şimdi bir kerre:
Havâya hükmediyor kâni’ olmuyor da yere.
Dönün de âtıl olan Şark’ı seyredin: Ne geri!
Yakında kalmayacak yeryüzünde belki yeri! (Fatih Kürsüsünde’den)
Cihan altüst olurken, seyre baktın, öyle durdun da,
Bugün bir serserî, bir derbedersin kendi yurdunda! (Gölgeler’den)
Deden ne türlü yaşarmış… Adamsan öyle yaşa:
“Eğer hümâ-yı zafer konmak istemezse başa,
Haram olur sana kuzgun üşürmemek leşine!
Nasıl, bu sözleri tutmak gelir mi hiç işine?
Mezelletin o kadar yâr-ı cânısın ki, yazık,
“Ucunda yoksa ölüm” her belâya göğsün açık!
…
O ihtişâmı elinden niçin bıraktın da,
Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında?
“Kadermiş!” Öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru;
Belânı istedin, Allah da verdi… Doğrusu bu.
Taleb nasılsa, tabî’î, netîce öyle çıkar,
Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimâli mi var?
“Çalış!” dedikçe Şerîat, çalışmadın, durdun,
Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun!
Sonunda bir de “tevekkül “ sokuşturup araya,
Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya! (Fatih Kürsüsünde’den)