Mehmet Âkif’in Fatih Kürsüsünde Kitabı Kaç Yılında Yayımlandı Konusu Nedir? Fatih Kürsüsünde Kaç Bölümden Oluşmaktadır?

Fatih Kürsüsünde Kitabı Ne Zaman Yayımlandı, Konusu Nedir ve Kaç Bölümden Oluşur?
Safahat’ın dördüncü kitabı olan Fatih Kürsüsünde 1914 yılında yayımlanmış olup, ikinci kitap olan Süleymaniye Kürsüsünde olduğu gibi uzun soluklu tek bir manzumeden meydana gelmiştir.
Kitap iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm “İki Arkadaş Fatih Yolunda” ikinci bölüm “Vaiz Kürsüde” bölümüdür. Süleymaniye Kürsüsünde’de olduğu gibi burada da Mehmet Âkif kendi görüşlerini bir vaizin ağzından anlatmaktadır.
Fatih Kürsüsünde Kitabında Ağırlıklı Olarak Üzerinde Durulan Konu: Kitabın özellikle üzerinde durulduğu konu “çalışma”dır.
Mehmet Âkif bütün şiirlerinde Batı’nın ileri seviyede, gelişmiş halini onların çalışması, gayretiyle, mücadele azmiyle ifade ederken; Doğu’nun geri kalmışlığını, perişan halini de Doğu insanının tembelliğiyle, miskinliğiyle açıklar. Bu eserde de şair tekrar da olsa çalışmadan, azimden bahsetmiştir. Şiirde birçok kez tekrar edilen aşağıdaki beyitten de bunu anlayabiliriz:
“Bekayı hak tanıyan sa’yi bir vazife bilir;
Çalış çalış ki beka sa’y olursa hak edilir.”
Kitaptan Seçmeler
İki Arkadaş Fatih Yolunda
…
Hayır, hayâl ile yoktur benim alış verişim…
İnan ki: Her ne demişsem görüp de söylemişim
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:
Sözüm odun gibi olsun; hakîkat olsun tek!
…
Lisânın olmalıdır bir vakâr-ı millîsi (kendine özgülük),
O olmadıkça müyesser (kolay) değil teâlîsi (ilerleme).
…
Olaydı koskoca millete bir beyinli kafa;
“Vücûdu bir yana atmak, dimâğı bir tarafa,
Akıllı kârı değil!” der de böyle yapmazdı.
Ne oldu, sor bakalım? Milletin öz evlâdı,
Yabancıdan daha düşman kesildi birbirine!
Sonunda kardeş olurlar tabiatiyle yine.
…
-Şu karşımızda duran kubbe galiba türbe…
Ayol! Namaz geçiyor… Amma dalmışız lafa be!
Bırak da türbeyi sen şimdicek biraz çabuk ol!
Canım neden koşalım? Var ya vaktimiz bol bol…
Yetişmemiş bile olsak, kazâsı mümkündür!
– Hayır, yetişmeli, mâdem edâsı mümkündür!
Vaiz Kürsüde
“Bekâyı hak tanıyan, sa’yi bir vazîfe bilir;
Çalış çalış ki, bekâ sa’y olursa hak edilir.
…
Görülmüyor birinin istirâhat eylediği…
Onun tevakkufu (durmak), zîrâ, bütün bir âileyi
Dakîkasında perîşân eder, ezer, bitirir.
Demek ki: İstese bir zerre bin cihan devirir!
Fakat o zerre için nerdedir atâlete (tembellik) meyl?
Bakın durur mu Süreyyâ, bakın durur mu Süheyl?
…
Bakın da hâline ibret alın şu memleketin!
Nasıldın ey koca millet? Ne oldu âkıbetin?
Yabancılar ediyormuş -eder ya- istikrâh (iğrenmek):
Dilenciler bile senden şereflidir billâh.
Vakârı çoktan unuttun, hayâyı kaldırdın;
Mukaddesâtı ısırdın, Hudâ’ya saldırdın!
Ne hâtırâtına hürmet, ne an’anâtını (gelenekler) yâd;
Deden de böyle mi yapmıştı ey sefîl evlâd?
Hayâtın erzeli (en rezil) olmuş hayât-ı mu’tâdın (rutin ha[1]yat);
Senin hesâbına birçok utansın ecdâdın! Damarlarındaki kan âdetâ irinleşmiş;
O çıkmak istemeyen can da bir yığın leşmiş!
İâde etmenin imkânı yoksa mâzîyi,
Bu mübtezel (adi) yaşayıştan gebermen elbet iyi.
Gebermedik tarafın kalmamış ya pek, zâten…
Sürünmenin o kadar farkı var mı ölmekten?
Sürünmek, istediğin şey! Fakat zaman peşini
Bırakmıyor, atacak bir çukur bulup leşini!
Bugün sahîfe-i âlemde (yeryüzü sayfası) sen ki bir lekesin;
Nasıl vücûdunu kaldırmasın, neden çeksin?
“İşitmedim” diyemezsin; işittin elbette;
“Tevakkufun (duraklamak) yeri yoktur hayât-ı millette.”
Sükûn belirdi mi bir milletin hayâtında;
Kalır senin gibi zillet, esâret altında.
…
Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu!
Biraz da saygı gerektir… Ne saygısızlık bu!
Hudâ’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hudâ;
Utanmadan da “tevekkül” diyor bu cür’ete… Ha?
…
Açım! demekle amel-mânde (düşten düşmüş) bir topal tilki,
Ayağına gönderiyor rızkın en mükemmelini…
O halde çekmeli insan çalışmadan elini.
Değer mi koşmaya akşam, sabah, yalan dünyâ?
Dolaşmayan dolaşandan akıllı… Gördün ya: