Mehmet Akif’in Öğrencilik Yıllarında İlgi Duyduğu Sporlar Nelerdir?

Mehmet Âkif’in eğitim hayatı boyunca tek derdi derslerde başarılı olmak değildir. Onun en dikkat çekici, imrenilecek yanlarından birisi çok yönlü olmasıdır. Sıradan bir öğrencilik hayatı olmamıştır. Her zaman hem derslerinde hem de sosyal anlamda farklı, fark yaratan bir öğrenci olmuştur.

Âkif, gerek yaşadığı dönemin en meşhur spor dallarından olduğu için, gerekse yaşadığı mahallenin etkisiyle güreşle ilgilenmiştir. Aslına bakarsanız daha çocukken babası Mehmet Tahir Efendi ile güreşirlerdi. Daha sonraları on dört yaşında Âkif’in çok ünlü bir güreş ustasıyla, Kıyıcı Osman Pehlivan’la, yolları kesişir. Âkif’in önerisiyle, Âkif Osman Pehlivan’a okuma yazma öğretecek, pehlivan da Âkif’e güreş dersi verecektir.

Mehmet Akif’e Neden Fırtına Kaptan Denmiştir?

Âkif aldığı dersler neticesinde güreşte kendini oldukça geliştirir. Yakın mahallelerde, çevre köylerde yapılan yağlı güreş müsabakalarına katılır ve çoğunlukla da başarılı olur. Okulunun da güreş takımına katkıları büyüktür. Âkif’in sporcu kişiliği güreşle sınırlı değildir. O, çok iyi bir binici ve çok iyi bir atıcıdır (günümüzdeki gülle atıcılığı gibi) Bunların yanında yüzmeyi de çok sever, bulduğu her fırsatta yüzer. İstanbul Boğazı’nı karşıdan karşıya yüzerek geçecek kadar iyi bir yüzücüdür.

Mehmet Âkif “Fırtına Kaptan” lakabını alacak kadar da iyi düzeyde kürek çeken bir kürekçidir.

Âkif yürümeyi de çok sever. Yürüyüş de onun için bir spordur. Bazı zamanlarda mecburiyetten bazı zamanlarda da keyfi olarak çok uzun mesafelere yürüyerek gitmiştir.

Sporun dışında okul gazetesinde yazılar yazar, arkadaşlarıyla şiir günleri düzenler, ney, kanun, keman çalan arkadaşlarıyla koro oluşturur. Böylece bedeninin yanında ruhunu da terbiye eder.

Sözü şöyle toparlarsak Mehmet Âkif’in öğrencilik yıllarında sanat ve spor vazgeçilmezlerden olmuştur. Bu tür ders dışı faaliyetler hep keyif vermiştir ona. Spor ve sanat hem sağlıklı yaşamın hem de hayatımızı tekdüzelikten kurtarmanın en güzel anahtarlardandır.

Müslüman odur ki Peygamberinin, din ve devlet büyüklerinin ve önder konumundaki ulema ve sanatçıların tarihçe-i hayatlarını model alsın, onların yaşantısını kendine örnek tutsun. Bakıldığında Mehmet Âkif dâhil birçok büyük insan yaptığı işlerin haricinde kendilerine ve çevresine faydalı, bugünkü tabirle birçok hobi edinmişlerdir.

Bilimsel araştırmalar da şunu söyler: İnsan, ömrü boyunca kullanacağı bütün bilgi ve kabiliyet hazinesini öğrencilik yıllarında edindiği kazanımlara ve çalışmalara borçludur. Yani İngilizceyi, herhangi bir enstrüman çalmayı sonradan öğrenen kişiye rastlamak çok zordur. Öğrencilik yılları şüphesiz ki vaktimizin en bol olduğu zamanlardır. Ancak bu vakitler sosyal paylaşım siteleriyle, televizyon dizileriyle, kafe köşelerinde öldürülürse, yaş ilerledikten sonra heba edilmiş bir ömür manzarasını seyre dalmakla, hayıflanmak arasında kalan -biraz acımasız tabir olacak lakin- silik bir şahsiyet olarak kalmamız kaçınılmaz olacaktır.

Güreş ile İlgili Bir Hatırası

Oğlu Emin Ersoy, babasının kendisine anlattığı, Halkalı’daki okulda geçen bir güreş müsabakasını şöyle naklediyor: “Ermeni, bildiğin gibi değil, dehşetli kuvvetli idi. Arkadaşlarımı çarçabuk altına alarak ezmesi öyle zoruma gidiyor, beni çileden çıkarıyordu ki, sana anlatamam. Kendisi ile şaka mahiyetinde dahi olsun hiç güreşe tutuşmamıştık. Zira onun da gözü beni pek tutmuyordu. Cüsseden okkaca kendisinden aşağı idim. Lakin ondan çok daha atik ve daha oyuncu idim. Göz, rakibini tanır! O da bunları görüyor, hesap ediyor, benimle elense şakası bile yapmaya yanaşmıyordu.

Bir gün hiç unutmam. Hüseyin Avni isminde Fatihli bir hemşerim ve benden bir sınıf aşağı bir arkadaşımla, Agop idman mahiyetinde güreş tutmuşlardı. İdman filan derken Avni’ye boyunduruk çekiyor. Şiddetli elenseleriyle çocuğu eziyor, pek müşkil vaziyetlere sokuyordu. Nasıl oldu bilmiyorum. Avni, Agop’un çektiği şiddetli bir elense ile yüzükoyun yere kapandı. Ağzından, dişlerinden kan boşanmaya başladı.

O zaman dayanamadım. Gel Agop, dedim, biraz da ikimiz idman tutalım. Tereddüt etmedi. Arkadaşlarımın intikamını almak üzere Agop’u çapraza aldım. Meydan genişti. Belki on beş yirmi adım sürüdüm. Nihayet kavi (güçlü) rakibim tutunamadı. Elleri üzerine yüzü koyun kapaklandı. Bu sefer, çok iyi kullandığım kündeye aldım. O koca Agop’u kaldırarak öyle çevirdim ve sırtını yere getirdim ki bütün bunlar bir buçuk iki dakika içinde olmuştu. Ermeni ne olduğunu şaşırdı. Kıpkırmızı olmuş hala yerinde oturuyor, önüne bakıyordu.

İşte o zaman etrafı şiddetli bir alkış tufanı çınlattı. Agop’u tam manasıyla mağlup etmiştim. Hiç sesini çıkarmadı. Yavaş yavaş yerinden kalktı, kafası önünde kös kös mektebin kapısından içeriye girerek kayboldu. Bir matematik hocamız Ekrem Bey vardı. O da hadiseye şahid olanlar arasında idi. Muhterem ihtiyar o kadar sevinmiş, o kadar heyecanlanmış idi ki: “Yahu Agop’u kaldırdı, savurdu, attı. Agop kalkar mı?” diye bağırıyor, tuhaf tuhaf hareketler yapıyordu.” (Emin Ersoy’un Hatıralarından)

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu