Vefa; sözünde durma, sözünü yerine getirme, borcunu ödeme, sevgi, dostluk ve bağlılıkta sebat etme, kendini sevenleri, kendisine iyiliği dokunanları unutmama, dostlarıyla ilgiyi kesmeme gibi anlamlara gelir. Bu vasıflara sahip olanlara da vefalı veya vefakar denir. Vefanın zıddı nankörlüktür. Vefakarlık; kadir kıymet bilmek, kendisine yapılan iyiliği unutmamaktır. Vefakar kimseler dostlarını ve kendilerine yapılan iyilikleri asla unutmazlar.
“Mehmet Âkif, Baytar Mektebi’nde birlikte okudukları ve sevdiği arkadaşı İslimyeli Hasan Tahsin Bey ile karşılıklı andlaşmışlar ve hayatta kalanın, daha önce ölenin ailesine bakacağına dair söz vermişlerdi. Hasan Bey, Edirne Baytar Müfettişi bulunduğu sırada 1910 yılında vefat edince, Âkif Bey -daima olduğu gibi- sözünde durarak merhumun üç çocuğunun bakımını üzerine almıştı.” (Mithat Cemal)
Akif’in Vefası ve Dostluğu
“Âkif dostunu, sevmek kelimesinin noksansız mefhumuyla seviyordu: Öldüğü zaman, düştüğü zaman, dünya aleyhine döndüğü zaman, yanında olmadığı vakit ve sevmeyenlerin yanında bulunsa bile. Dostunun aleyhinde bulunana karşı, bazen onu müdafaa etmek faziletinden bile mahrum görünmeye müdafaa edip de karşısındakini fazla aleyhtarlığa sevk etmesin diye katlanıyordu.” (Mithat Cemal)
“Eski, eski olduğu için atılmaz, fena olursa atılır. Yeni, yeni olduğu için alınmaz, iyi olursa alınır.”
Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
“Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi? (Gölgeler’den)
Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem…
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta, boğarım!…
-Boğamazsın ki!
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale.
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum.
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım. (Asım’dan)
Sen dua et babadan topladığın mirasa,
Hep onun himmetidir üç satır ilmin varsa.
Üç satır hem de, ilahi, ne tükenmez irfan!
Hadi üç yüz satır olsun mütehammilse (taşıyabilirse) kafan! (Asım’dan)
Zavallı usta göçer bir gün âkıbet, ancak,
Makamı öyle uzun boylu nerde boş kalacak?
Çırak mı, kalfa mı, kim varsa yaslanır köşeye;
Takım biçer durur artık gelen giden eşeğe.
Adam meğer acemiymiş, semerse hayli hüner;
Sırayla baytarı boylar zavallı merkepler.
Bütün o beller, omuzlar çürür çürür oyulur;
Sonunda her birinin sırtı yemyeşil et olur.
“Giden semerciyi, derler, bulur muyuz şimdi?
Ya böyle kalfa değil, basbayağı muallimdi.
Nasıl da kadrini vaktiyle bilmedik, tuhaf iş:
Semer değilmiş o rahmetlininki devletmiş!” ( Asım’dan)